15 Mart 2012 Perşembe

Futbol Yorumculuğu

Bilenler bilir, Bugün Tv de Canlı Gool programında bir taraftar programında yer alıyorum. Ondan olsa gerek aşağıdaki mail oldukça ilgimi çekti ve paylaşmak istedim. Maili yazan Ali Fikri Işık Bey oldukça doğru bir yaklaşımda bulunmuş. Oyuna değil de oyuncuya odaklanmak ne kadar doğru? Yorum sizin...

Aşağıdaki yazı Kuyerel oluşumunun mail grubundan alıntıdır;

Futbol yorumculuğu!
Futbol yorumcuları maç veya oyun analizinden bahsettiklerinde, çoğunlukla oyuncunun oyun içindeki rastlantısal tutumunun o ‘’mubah’’ anlamlarını kastederler. Eleştiri adı ‘’oyun’’ olan nesneyle uyumlu olmak zorunda değil; daha çok ve genellikle, yorum erbabının oyuncunun ayaklarlarıyla kalem ve kelam ettiği/ oynattığı bir serbest atış gölgesidir. Bu zihniyet oyuncudan ‘’oyuna’’ geçmeyi bir türlü beceremez! Zor iş.
Gördüklerini nakletmek dururken, kim gördüklerinin üstüne düşünecek ki? Düşünce hala peş para etmiyor bu memlekette.
Söz gelimi bu cemaate göre, futbol oyununun ‘’yerleşik’’ göstergeleri filan yoktur. Oyun belli bir anlam taşımadığı için, yirmi iki oyuncunun belirsizlikler taşıyan bütün hareketleri gibi, oyun da çoğul ve dağınıktır; yorum, aralarında kendi yolunu belirleyebileceği bitmez tükenmez bir işaretler dokusu ve izlekleri, dikiş yeri görünmeyen bir kod ve gizemler örgüsüdür.
Başlangıçlar ve sonlar olmadığı içindir ki, tersine çevrilemeyecek hiçbir sıralama, size hangisinin daha önemli ya da önemsiz olduğunu söyleyebilecek ‘’akli düzeyler’’ hiyerarşisi de yoktur.
Eğer bu doğruysa bütün maçlar/ oyunlar bir başka maç ve oyunlardan örülmüştür. Her bir oyun yekdiğerinin kötü bir ‘’taklididir’’ ve her pas, her şut, her araya koşu veya her hava topu, bir önceki maçın yeniden işlenmesinden başka bir şey değildir. Fark sadece oyuncunun hünerli ayaklarındadır!
Dilime dolamaktan vazgeçtiğimi söylemiştim ama galiba bu sözümü artık tutamayacağım, Ntvspor da yayınlanan ‘’yüzde yüz futbol’’ adı programda Dilmen, yine tüylerimi diken diken eden laflar etmeye devam ediyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, hangi yazıyı okur ya da hangi programı izlerseniz izleyin, benzer mantık, yine benzer laflarla karşımıza çıkıyor.
Dilmen, bu zihniyetin ‘’ikonu’’ olduğu için adını anmak durumunda kalıyorum. BJK Orduspor maçını ‘’refikiyle’’ birlikte değerlendirirken, Holosko’ nun Mustafa Pektemekten daha iyi olduğunu söylüyordu. Olabilir, Hakikaten de Holosko daha iyi olabilir? Ama nasıl? Holoskoya özel bir ayrıcalığın atfedilebilmesi için elde kim somut verilerin bulunması lazım gelmez mi?
Her durumdan ve rakipten bağımsız olarak Holosko’nun Pektemek’ten topla daha iyi buluşması gerekmez mi; hatta her ‘’durum’’ ve her ‘’rakibe’’ rağmen her seferinde bu performansı sergilemesi gibi bir ‘’standart’ ‘’a ulaşması lazım. Yine her durumda daha iyi sıçraması, daha iyi kafaya çıkması, daha iyi ara koşular yapması, daha iyi sprint, daha iyi şut, daha iyi defansif görev ve daha ‘’aktif’’ hücumcu niteliklerle donanmış olması şart değil mi?
Bunlar yetmez, her durumda topu daha iyi kontrol etmesi, her pozisyonda en iyi ‘’seçeneğe’’ karar vermesi ve her pozisyon düzeyinin en işlevsel, en hayati ‘’bağlantısı’’ olmaya devam etmesi gerekmez mi?
Eğer oyunu, futbolcunun oynadığı şeye indirgerseniz ortaya sonu gelmez bu abukluklar çıkar. Oyun belirgin bir anlama sahip olmadığı için, Dilmen, Holosko ve Pekmetek mukayesesini oyunun anlamı içinde ve bu oyun için taşıdıkları değerlere bağlı kalmaksızın, keyfi bir rastlantılar dizisi içinde kıyaslıyor ve ‘’keyfi’’ sonuçlara ulaşıyor.
Oysa eleştirinin, oyuncunun yetenek şifrelerini çözmek gibi bir görevi yoktur; oyunun her düzeydeki ‘’şifrelerin’’i çözmek gibi görevi vardır. Asıl olan bir oyuncunun ayak hünerleri değil, bir diğer oyuncuyla ‘’tanımlanmış’’ ilişkileridir. Bir merkeze indirgenmiş bu işbirliğine kimin daha çok uyum gösterip göstermediğidir. Merkezi tanımlamadan dişlinin işlevine/ işlevsizliğine nasıl karar verebilirsiniz ki?
Türkiye futbolu için eleştirinin radikal bir fark yarabilmesi, odağını değiştirmesine bağlıdır; Oyuncuya odaklanan gözlem ve düşünce, oyuna dönmek zorunda. Oyuncunun kum gibi kaynayan, rastlantısal ‘’hünerine’’ odaklanan gözler, geçici bir süreliğine, oyunun merkezi aklına odaklanmalı.
Hep birlikte oyuncunun ‘’ölümüne’’ karar vermeliyiz. Oyuncuyu var eden oyundur. Oyuncuyu öldürmeden oyunu var edemezseniz.

Ali Fikri Işık