uefa avrupa ligi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
uefa avrupa ligi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2010 Pazartesi

Transfer politikası, Avrupa, Portekizliler...

Şimdi, öncelikle, yazı yazmayı unutmamışım :)) Quaresma ve Guti ile başladı herşey, ardından bir basketbol devi, Iverson... Şimdilerde ise Shaq ismi geçiyor bir yerlerde... Diğer yandan yetenekli ve teknik olduğuna fazlasıyla inandığım Fernandes, sakatlık sıkıntısı yaşamazsa tabii, arkasından Simao ve Hugo Almeida mı?? Etti 4 tane Portekizli, 2 de Amerikalı basketbol efsanesi.. Bunlar Türkiyeye gelmeseler de heyecan rüzgarı bile yetiyor bazen...















Dün akşama bir göz atarsak, Antalya da sessiz sahada sessiz oynanan maçta 2 puan bırakmış olan bir Beşiktaş... Maçın son 5 dakikasında öyle bir saldırdı ki bu Beşiktaş, Antep savunmasının da zaafını es geçmemek gerek.. Ama bazen olur yaa, olmayınca olmaz, girmeyince girmez... Ama ne olurdu sanki şu 5 değil de 20 dakika bari olsa, o zaman illa ki girecektir... Beşiktaşlılık ruhunu bilenler anlar beni, ölesiye saldıran bir Kartal ın önünde durabilecek hiç bir güç yoktur.. Bana sorarsanız, buna şimdilerin modası Barcelona da dahil... Ama tabii, geriye kalan 85 dakikada topun onlarda kalacak olması biraz sıkıntı yaratır! Ben, Schuster in takıma yeni alıştığını ve derinlerde bi yerlerde sakin duran o 5 dakikalık ruhu yeniden hayata geçirmeye başlıyor olduğunu düşünüyorum... Sakatlıklardan dert yanmayacağım, çünkü bahsettiğim takım Beşiktaş, altından kalkmalıdır... Ligin ilk yarısı geride kalırken, lider Trabzonspor ile aradaki 14 puanlık fark gerçeği, can sıkmakta.. İkinci yarıda önemli rakiplerden Trabzonspor, Kayserispor, Fenerbahçe, Karabük gibi takımlarla içeride oynayacak olması da belki biraz avantaj sağlayacaktır.. Galatasarayı da unutmamak lazım tabi... Zaten baktığımızda Galatasaray da Beşiktaşın sadece 5 puan gerisinde, toparlanan bir Cimbom da en azından Beşiktaşı yakalamak isteyecektir... Bursa deplasmanına gidecek olan Beşiktaş, çok muhtemel olaylı bir maç oynayacak ve o maçı kazanacaktır diye düşünüyorum... Yani bu saydığım 6 maçtan 18 puan alabilecek bir Beşiktaş yaratılıyorsa eğer, ikinci yarı çok daha keyifli olacaktır.. Ama diğer maçlara da aynı özen gerekir... (Trabzonspora ve özellikle de Şenol Hocaya da laf arasında büyük bir alkış...)














Gelelim bir başka gerçeğe, ülkemizi Avrupada temsil eden tek takım olarak kaldı Beşiktaş... Önünde bir Dinamo Kiev ve muhtemelen ardından para babası Manchester City engelleri var. Bu maçların da hedeflendiğini düşünecek olursak, bu takıma Simao ve Hugo Almeida nın katkısını da eklediğimizde, ki bu oyuncular Avrupada oynadılar ve bu yıl eğer herhangi bir kural değişikliği olmadıysa Beşiktaş adına Düşler Sahnesinde forma giyemeyecekler. Böyle dememin sebebi, Beşiktaşın bu inadıdır. Belki de oynayabileceklerdir de ben bilmiyorumdur...Sağda Simao, solda Q7, ortada Guti, Fernandes, önlerinde Bobo ve Almeida, aa 6 yabancı olmuş bile... Uzun süre sakatlanan Holosko nun muhtemelen sözleşmesi dondurulacaktır!, Ferrari, Fink zaten yolculuğa hazır görünüyorlar, gibi tahminler... Şimdi, eğer ben doğru biliyorsam ve devre arası takviyeleri, Avrupada oynayamayacaklarsa - ki Fernandes de yanlış hatılamıyorsam Bursaspor a karşı 10-15 dakika oynamıştı Şampiyyonlar Liginde- demekki hedef Süper Lig olarak belirlenmiş diyebiliriz... Hem de ilk defa bu kadar emin adımlar atılırken Avrupa da... Heyecanını hissetmeye başlamışken bizler... Ama Avrupada alınabilecek belki de şu an itibaryle en iyi transferler de olabilir bunlar, diğer kısmı zor olabilir BJK adına...Bir de her nedense, kimse bu oyuncuların Avrupada oynayamayacağını söyleyemiyor, ben bu işten hakkaten hiç emin değilim... Kısmet..















Bir taraftan da Necip ve Ali Kuçik. Necip rüştünü ispat etti gibi zaten, tek handikapı da film repliği gibi "Sen hata yaparsan, herkes ölür". İncelersek Necipin yaptığı ölümcül hatalar hep golle sonuçlandı BJK kalesinde.. Ama Necip akıllı bir çocuk ve bunları da aşacaktır.. Ali Kuçik, beğendiğim bir oyuncu, hızlı değil diyenler olsa da bence hızlanması zaten yeterli, bir de doğru koşuları yapabilirse etkili olacaktır... Dün akşam da golünü kaydetti.. Bu arada sanırım Tabata da bu takımda kalmayacaktır artık...














Yönetim, pazarlama işini öğreniyor desek, yarın Schusteri yollayacak olan da onlar.. Umarım yanılırım, politikayı oturtup, Beşiktaş adına doğru işler yaparlar.. Beşiktaşın şampiyonluğu çok zora da girse, Avrupada inançla rakplerine kafa tutabileceğine ben inanıyorum.. Keşke M. Denizli gibi Schuster de bir kehanette bulunsa da yine, biz de rahat bir nefes alsak, ne zaman lider olacağımızı bilsek :))


5 Kasım 2010 Cuma

Şımarıklık + Füze // Porto:1-1:BJK

Avrupa maçlarında bir evinde bir deplasmanda üstüste aynı takımla oynamak yaramıyor bazen takımlarımıza. Bursa böyle bir Man. UTD. geçirdi son dönemde, BJK'de ilk yarı itibariyle bir Porto. Fakat bu gecenin özeti Bobo'nun o inanaılmaz şutu, Nihat'ın la Liga esintili golü ve Ersan Adem Gülüm olmuştur.

İlk yarı sıkıntılıydı geçti temsilcimiz adına, özellikle orta saha da yoklukları oynuyordu Beşiktaş. Bobo sol çizgiden top alıp içeriye giriyor, Tabata forvet arkası mevkisine oynamaya çalışıyor-sahi bugün İlker Yasin'in Tabata dediğini duydunuz mu maç anlatımında?-, Nihat'sa uzun süredir oynadığı sağ iç forvet mevkisinde topla buluşamıyor, aldığı toplarıda ya çalımda kaybediyor yada pas hatası yapıyor. Savunmada ise işler iyi olmasa bile, sırıtmıyor herhangi bir parça. Toroman'ın maça mçıkarkenki yüz ifadesinden bu gece bir tersliğe yol açacağını farkediyoruz ama dilimiz varmıyor söylemeye; Aurelio bildiğimiz Memo, ayakları sağlam basıyor yere; Ersan'sa biraz bocalıyor ilk yarı, tabi heyecanlıda Porto'ya karşı oynamaktan ama ayakları en sağlam basan oyuncu olamktanda geri kalmıyor. Porto cephesinde işler tıkırında. İleride çoğalamayan, pas yapamayan BJK'yi savunmada zorlanmıyor birde Hulk canavarına topu iletip tehlike yaratıyorlar. Buna rağmen gol bulamadılar aslında. Penaltı pozisyonuna pek bir yorum yapmak istemiyorum. Hakan'ın bu tür hata(!)larına alıştık artık. Rüştü'de buna benzer şeyleri yapardı. Abisinden öğreniyor herhalde deyip geçiyorum.

İkinci yarıda ise Tabata'nın çıkışı biraz daha rahatlattı gibi takımı. 10 kişi oynamaktan daha bir 11 kişiye oynamaya döndüler. İ.Üzülmez'İn tecrübesi ile 10 kişi kalan Porto Hulk ile yakaladığı pozisyonu şımarıkca harcayınca baskıyı artırdı o dakikadan sonra BJK. Fatih Akyel misali, sağdan bindirmelerle öne çıkan Hilbert, orta yapma konusunda biraz daha becerikli olsaydı o bir kaç ataktan 2 gol çıkarabilirdi takım. Fakat sonra sahada bir an Hami Mandıralı'yı gördük. Böyle anlık bir görüntüydü, sağ çaprazdan topa vurup kaçtı sanki. Evet Nihat'ın füzesinden bahsediyorum. La Liga esintili olsada bizin Hami'yle alışık olduğumuz o füze. Gerçektende harika bir goldü. Dilerim Nihat devam eder artık, çünkü performansı fazlaca inişli-çıkışlı olmaya başladı. Füze füzeydi ama, Bobo'da birşeylerin sinyalini vermeye çalışıyorda yakın dakikalarda, hızlı bir atakta soldan aldığı topu, sağdan hızla kaçan Holosko'ya vermek yerine kaleye göndererek. Zaten bu mesajdan sonra yapcağını yapıyor, yüksek gelen topu orta saha çizgisinin oralardan yumuşatıp, harika saklayıp, müthiş bir şut çıkarıyor ama adi üst direk, gol diye havaya zıplayanları havadaki maksimum yükseklikte yakalıyor. Balkondan atlamaya koşanları kapıdan döndürüyor adeta. Gerçektende son yıllarda izlediğimiz enfes hareketlerin başında geliyor Bobo'nun "o" şutu.

Dedik ya Toroman'ın surati bir meymenetsizdi diye, sonra o meymenetsizliğin sonucunu görüyoruz hep beraber. İlk yarıda nedensiz kaymalarından birinde gördüğü sarı kartı, devre arasında uyarılmadığından ikinci yarıdada devam ederken, Guti'nin avantaja bıraklıan faulünden gaza gelen Toroman basıyor Portoluya. 10 kişi kalıp, pres yiyen Porto rahatlıyor. Maça tekrar ortak ediyor Toroman onları. Fakat bir Ersan var ki sahada! Ne desem ona, ne yazsam, ne methiyeler düzsem bilemiyorum.

Orta sahadan BJK defasının arkasına doğru atılan topta, topu kontrol edip, Hakan'ın üzerinden kaleye gönderen Porto'lu gol sevincini yaşarken, sahneye aynen çocukluğumuzda deli divane izlediğimiz Tsubasa çizgi filminde ki Makabayashi(böyle mi yazılıyor bilmiyorum) misali çıkacak Ersan'ı hesap edemedi. O kadar net çıkıyor ki top çizgiyi geçmeden, onlarca yıl konuşulan Ahmet Çakar'ın vermediği iptal ettiği gol sonrası çıkan teknolojik aletlere gerek olmadan, TV'den çıplak gözle görüyoruz netliği. Tebrikler Ersam Adem Gönlüm.

Defansıf açıdan, kişiye özgü olmadan Beşiktaş'ın genel sorunu, uzun topları arkaya fazlası ile kaçırıyorlar. Buna hem yapmaya çalıştıkları ofsayt taktiği hemde öndeki savunma kurgusu neden olabiliyor ama, içerdeki Porto maçının sonucunu etkileyen en önemli sorundu bu. Bu gecede ayyuka çıktı aslında, Falcao ile Porto pozisyonlar buldu ve birinde penaltı kazandı. Genel açıda Beşiktaş'ın bu kurgu üzerine daha fazla çalışması gerekiyor.

Fakat sonuçta İnönü'de yenilen Beşiktaş'da, Portekiz'de berabere kalan Beşiktaş'da (ikinci yarı itibari ile) zevk veren bir futbol oynadı rakibine karşı. 10 puanlı Porto ile, 7 puanlı Beşiktaş arasında ise sadece bir galibiyetlik bir fark var. Artık kalan maçları kazanıp, puan kayıpları ile birinciliği kovalamak lazım. Sonuçta pek anlamasamda Avrupa Ligi'nin konsepti ile her galibiyet yada beraberlik her neyse işte ülke puanı demek, tur geçmede keza öyle.

17 Eylül 2010 Cuma

31'lik Kafa...

Avrupa'da Bursaspor'un ardından kalan yegane temsilcimiz Beşiktaş, ön elemelerden sonra Avrupa Ligi'e Merhaba dedi. Fakat bu merhabayı biraz geçde olsa şu şekilde dile getirdi Fabien Ernst önderliği ile Beşiktaş: "Guten Tag!".

Maçtan önce yazarımız Pascal ile geçirdiğimiz gün içerisinde Avrupa Ligi maçlarını da konuşma fırsatı bulduk. Tabi öncelikli konumuz Beşiktaş'tı, Beşiktaş'li bir yazarla konuşurken. CSKA maçıyla ilgili olarak Pascal'dan şöyle bir yorum geldi: "Ankaragücü'ne bile bu takım Q7'siz, rotasyonlu bir takımla 4 attı, CSKA'ya da en az 2-3 tane atar". Aslında verdiğim bu örnek, cümleler farklılaşsa da herkesin aklındaki düşünceydi. Maç başlayınca da gidişat biraz bu yöndeydi.

Maça rotasyon bıçağından sıyrılabilen Hakan Arıkan, İbrahim Üzülmez, Matteo Ferrari, Tomas Zapotocny, Roberto Hilbert, Guti, Tabata, Ekrem Dağ, Fabien Ernst, Mert Nobre, Filip Holosko 11'i ile başladı. Kadro dizilişine bakıldığı zaman CSKA maçı için kanımca uygun bir kadro. Maç sonu yorumlarında bir çok yorumcunun kadroyu eleştirmesine rağmen, sahanda oynadığın zayıf rakip CSKA karşısında iki ön libero olmadan atak ve daha hücumcu bir kadro kurulması çok da yanlış sayılmaz. Tabi CSKA'da kendi gücünü bilen bir takım olduğu için, kontra atakları değerlendirmeye çalıştı çoğunlukla. Özellikle ikinci yarının başlaması ile artan baskı, Q7'nin ve Bobo'nun girişi ile oyun, tamami ile CSKA yarı sahasına yıkıldı. Bir çok denemeden yararlanamayan Beşiktaş takımı, Türk futbolunun zaaflarından biri olan duran toptan geldi. Kaba bir benzetme ile maç boyunca "Çöpçü" rolünde ki Ernst, 90. dakikada vurduğu kafa ile 3 puanı ve rahatlığı getiren isim oldu. Allahı var bu maç 0-0 bitse çok yazık olucaktı, bu nedenle Futbolun Adaleti yerini buldu.

Ne olursa olsun, gelecek de konuşulsa, geçmiş de, kadroyuda tartışsak şu bir gerçek ki Avrupa Ligi'nde içeride oynanan bir maçta 3 puanla çıkmak çok önemliydi ve bunu öyle yada böyle başardı takım. Burada ufak bir parantez açayım, takım pasif bir oyun oynayarak bu sonuca ulaşmış gibi düşünülmesin. Beşiktaş neredeyse 90 dakika boyunca topa hakim ve ne yaptığını bilen bir oyun koydu sahaya. Tek eksik goldü, bunuda geçde olsa buldular. Ülke futbolumuz adına Avrupa arenasında elde kalan belki(!) tek takım Beşiktaş. İlerleyişlerinin devamlı olması önemli.

Beşiktaş:0-1:CSKA Sofia. Sonuç budur. Bu yazının sonucuda budur.

27 Ağustos 2010 Cuma

Rezalet

Karpaty Lviv, Ukrayna Ligi'nde ki bir takımdır. Teknik kapasitesi çok düşük, sistematik yapıları ise ellerinden geldiğince uygulananlardan. Ama bu takım 2 ayaklı Avrupa Ligi gruplara kalma mücadelesinde, 2000 yılı UEFA Kupası Şampiyonu Galatasaray'ı kupanın dışına iterek kendine yer buldu.

Şunu en başta belirtmek isterim, Lviv'in başarısını arka plana atmak istemiyorum ama kendilerini gruplarda bulmalarının tek ve yegane nedeni Galatasaray'dır. Takriben 10 yıldır Galatsaray taraftarıyım ve elimden geldiğince takımı takip etmeye dikkat ettim. Bu takip sırasında sanırım gördüğüm en "ruhsuz" takım bu gece Ukrayna'dakiydi. Teknik kapasiteniz yüksek olmayabilir, çok mücadele eden koşmayan bir yapınız olabilir, %100 hazır olmayabilirsiniz, yarı sakat durmunuz olmuş olabilir, bunların dışında kalan herşeye de kocaman bir eyvallah. Ama ya şu isteksizlik? Bu isteksizlik nedendir? Sanki Rijkaard zorla forma veriyormuş da onlar da" hocamızı kırmayalım çıkıp 2 top atalım sahada" diyormuşcasına insanlar topluluğunu izledim ben bu gece. Bundan farklı bir Galatasaray takımı gören, izleyen varsa beri gelsin..

Çaresiz Rijkaard'ıma ne diyeyim ki ben? Adam bas bas bağırdı, transfer istiyorum diye- ki maçtan sonra ki basın toplantısında da bile bunu dile getirdi-. Serdar Özkan, Ali Turan formsuz&ruhsuz, Pino sakat, Cana mecburiyetten pozisyonunda oynayamıyor ve verimsiz kalıyor. Elano konusuna hiç girmeyeyim çünkü çıkamam. Bu nasıl bir transfer politikası? Rijkaard'a sormuyor musun sen Adnan Sezgin, "kimi istiyorsun sen adam?" diye! Maç sonu toplantıda adam "Defans istedim alınmadı, alınanlar da sakat, ben ne yapayım? Elden gelen bu, buna da şükredin" diyor. Ama adam gibi adam Rijkaard, "elendik diye kaçıp gitmek yok, mücadele devam" diye de ekliyor. Sana da bu yakışırdı.

Bu Galatasaray benim Galatasaray'ım değil. Benim Galatsaray'ımın bana geri gelmesi için ne gerekiyorsa yapılsın. Ben 3 sene 5 sene 10 sene neyse razıyım başarı beklemem takımdan. Polat ya gitsin ya da ipleri eline alsın artık. Basında bakın Galatsaray haberlerinde adı en az geçen isim bu kulübün başkanı. Bir Adnan Sezgin'dir gidiyor. Ama onlada gitmiyor bu takım. Oyuncular desen, başta Ardu Turan-Kaptan senin için bu zamana kadar hiç kötü bir şey yazmadım, sen eleştirmedim. Ama bu gece sahada ki sen, sen değilsin. Bunu hemen farketmelisin ve gerekli tedaviyi uygulamalısın-, ne yapıyorsunu siz yahu? Çimlere çıkınca kendinizden geçip, kimliklerinizi yok sayıyorsunuz.

Köklü değişiklik talep ediyorum ben takımımdan. Çünkü resimde ki Galatasaray Spor Kulübü ismi Galatasaray Rezalet Kulübü olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Buda son nokta.

20 Ağustos 2010 Cuma

Avrupa'da bir Gece


Bilindiği üzere dün akşam takımlarımız Uefa Avrupa Ligi play off maçlarına çıktı. Beşiktaş ise işini Salı günü görmüş,elini kolunu sallayarak Grup maçlarına gideceğinin sinyallerini vermişti. Dün akşam biraz dost sohbeti,biraz maçların üstüste gelmesi derken hiç bir maçı tam anlamda seyredemedim. Ama izlediğim bölümlerde gördüm ki Fenerbahçe önceki maçlara göre daha derli toplu,ilerlemiş bir görüntü çiziyor. Trabzon zaten ligin süpriz şekilde en hazır takımı.Galatasaray ise ne yaptığı belli olmaz bir görüntü çiziyor.
Her fırsatta Rijkaard'a burası İspanya değil mesajı gönderen yorumculura ifrit olurdum. Burası İspanya değil evet ama bizde "muasır medeniyetler" seviyesinde futbol oynamak istiyorsak bu adama bir kulak vermeliydik. Daha önce zaten yeterince adamın başını yedik. Ama aynı tas aynı hamam. 2-0 mağlubiyet arkasından "motive" edilmek istenen oyuncular! Teknik taktik falan önemli değil. Gaza gelsin yeter!
Yazılarını beğenerek okuduğum Borges kendi blogunda Haldun Üstünel tipi yöneticiliği eleştirmişti. Bir bakıma haklı olabilir tabi ama yerine Adnan Sezgin gelince insan sinirlenmiyor değil. Yıllardır futbol camiası içerisinde yer alan Adnan Sezgin hangi başarılı hareketi yapmış,Türk futboluna hangi katkıda bulunmuş bilemiyorum.Elbet bizim bilmediğimiz bir şeyler vardır.Lakin bir geçen seneki duruma bakıyorum bir de şimdiye.Geçen sene hiç değilse sezon biter bitmez Teknik Direktör alınmış,oyuncular da çok vakit kaybedilmeden transfer edilmişti. Bugün ise Lig başlamış,Avrupa Ligi tehlikeye girmiş ve hala iki oyuncu bekleniyor. Sonra da bu adamların çıkıp ilk maçta harikalar yaratmasını bekleyeceğiz.Sanki ülkeye,takıma ve en önemlisi topçu olmadıklarını iddia edecekleri Türk spor basınına adaptasyon süreci olmayacakmış gibi!
Maçın başında Sarp,Ayhan ve Barış'tan oluşan orta sahayı görünce zaten oldukça ümitsizdim. Maçtan aklımda kalan en etkili sahne ise skor 1-2 iken atak sonucu defansın uzaklaştırdığı topu kapan Barış'ın yaklaşık 30 metreden dağlara taşlara giden şutu oldu. Her zaman söyledim yine söylüyorum, Almanya'da yetişti diye 19-20 yaşında adamı alıp takıma katmak, altyapındaki gençleri ise satıp-savmak nasıl bir aklın ürünüdür. Barış'a verilen şans altyapıdaki bir gence verilseydi şimdi neler olurdu acaba? Mehmet Güven ilk aklıma gelen örnek.Aykut'un durumu apayrı. Tıpkı Volkan Demirel gibi bir maçta harikalar yaratıyor,takımı ateşliyor bazen ise "çıkıp çıkmamakta kararsız kalıp" takımı yakabiliyor. Orta saha zaten berbat buna bir de defansın içler acısı hali eklenince sonucun bu olması da kaçınılmaz oluyor.
Fenerbahçe dün rakibine kafa tutabildi. İstanbul'da işi kolay değil ama umut verici. Trabzon ise ona buna çarpıp başlayan atağın kurbanı oldu.Biraz da şans diyelim. Her şeye rağmen Galatasaray'ın rakibi diğer takımlarla karşılaştırılınca güçsüz. Bu anlamda bir umut var ama oynanan oyun düşünülünce o da kaybolup gidiyor...

9 Nisan 2010 Cuma

Hangi İngiliz, Hangi Alman, Hangisi şampiyon??











Old Trafford da Çarşamba akşamı oynanan Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçında, geçen sezon Premier Lig şampiyonu olarak tamamlayan Manchester United 3-0 öne geçmesine rağmen, yediği iki golle, -ki görüntüdeki Robbenin golü ayıptı- Alman Bayern Münich e elenmiş oldu, böylece İngiltere şampiyonu Şampiyonlar Ligi yarı finaline kalamamış oldu...













UEFA Avrupa Liginde ise çeyrek final eşleşmelerinde geçen sezonun Bundesliga şampiyonu Wolfsburg, deplasmanda 2-1 yenildiği Fulham ile dün gece oynadı. Bobby Zamoranın maçın başında attığı golle maçı kazanan İngiliz ekibi, Almanya şampiyonunu da yarı final dışına iterken, belki de sürpriz bir başarı elde etti. Ancak Lucescu nun Shakhtarını eledikleri an bu sinyalleri zaten vermişlerdi..

19 Mart 2010 Cuma

Yiyin birbirinizi...








Bugün çekilen kura ile, Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi çeyrek final eşleşmeleri belli oldu. İlginç iki maç gözüme çarptı hemen. Biri Şampiyonlar Liginde; çeyrek finalde iki takımla temsil edilecek olan Fransanın Lyon ve Bordeaux ekipleri birbiriyle eşleşirken, Avrupa Liginde ise, iki İspanyol ekip Valencia ve Atletico Madrid denk geldiler. Aynı ülke ekipleri birbirlerini yiyecekler tabiri caizse...

Diğer çeyrek final eşleşmeleri ise şöyle;

Avrupa Ligi;

Fulham-Wolfsburg
Hamburg-Standard Liege
Benfica-Liverpool

Şampiyonlar Ligi;

Bayern Münih-Manchester Utd
Arsenal-Barcelona
Inter-CSKA Moskova

19 Şubat 2010 Cuma

Anons Krizi

18 Şubat gecesi Fransa'da oynanan Lille-Fenerbahçe maçında, staddan UEFA'nın verdiği metin doğrultusunda yapılan anonsla, "Yunanistan'dan gelen Türk misafirlerimiz hoşgeldiniz!" şeklinde bir karşılama yapıldı.

UEFA'dan bir özür bekleniyormuş.

UEFA böylesine bir hata yapar mı bilinmez. Bir çok görüşün şuan "yapmaz!" şeklinde ki düşüncelerini okuyor gibiyim. Peki bu anons neden yapıldı? Benim aklıma gelen ilk neden tahrik. Ancak her fırsatta Fair-Play'den bahsedilen futbolda, özellikle de tüm Dünya'nın gözünü diktiği Avrupa Ligi maçında böyle bir tahriğin yapılması ne kadar doğru? Türkiye-Yunanistan arasında ki tarihten gelen siyasi ayrılığın, böylesine bir maçta kullanılmak istenmesi futbolun güzelliğine sığmadı.

Maç 2-1 Lille üstünlüğü ile sona erdi. Bu tahrik işe yaradı mı dersiniz?