17 Kasım 2011 Perşembe

Bir Konuda Anlaşmaya Vardık...

Bilindiği üzere karşılıklı hakaretlerin, itiş kakışların eksik olmadığı meclisimizdeki partiler büyük bir birliktelik örneği göstererek Şiddet Yasası'sındaki cezaların azaltılması için yasa teklifini sunmuş. Bu gibi durumlar bana hep Vizontele Tuuba filmindeki bir sahneyi hatırlatır. İki sol fraksiyon hiç bir konuda anlaşamaz, birbirlerine siz sosyal faşistsiniz,(bkz: markist ülkücü, behzat ç seni kalbime gömdüm)gibi suçlamalarda bulunurlar. Ama daha sonra bir konuda anlaşacaklardır. O da kütüphanede sigara içme yasağının kaldırılmasıdır. Daha fazla söze gerek yok sanırım..

14 Kasım 2011 Pazartesi

Milli Formanın Değeri

"........ Büyük heyecanına babası da şaşırmıştı. Hüsnü kaptan gider gitmez sormuştu: 'Ne oluyorsun oğlum? Betin benzin kül gibi.' Babasının işin büyüklüğünü kavraması için aklına iyi bir izah tarzı geldi. O tarihlerde Türkiye'nin nüfusu yaklaşık 15 milyon kadardı. 'Babacığım, koskoca 15 milyon kişiden 11 kişi seçip Milli Takım'ı kuracaklar. İşte bunun içinde ben de varım.' Babası birden ciddileşmiş: 'Bu bayağı mühim bir işe benziyor.' "

"......... Ertesi gün yanağımı okşayan bir elin temasları ile uyandım. Babam ayakta durmuş gülümsüyordu. Uyandığımı da görünce eğilip alnımdan öptü. Maçın neticesini ve spikerin söylediklerini büyük bir gurur içinde Atatürk'e anlattıktan sonra olanları nakletti. Büyük Ata çok sevinmiş: 'Aferin Gündüz'e, benim tarafımdan onu alnından öp!' diye emretmiş. O gün onun emriyle babamın alnıma kondurduğu bu buse futbol hayatımda kazandığım en büyük nişan oldu..."

Tarih 12 Temmuz 1936, yer Taksim Stadyumu, rakip Yugoslavya. Galatasaray'ın sembol ismi Gündüz Kılıç ilk kez milli formayı giyiyor. Maç öncesi ve sonrasında yaşadıkları Mehmet Emin Kurt'un "Baba Gündüz" kitabında bu denli çarpıcı bir şekilde anlatılıyor.

Milli formanın değerinin bazı kişi ve kurumlarca hatırlanması gerektiğine, ulusal yayınlarda "ruhsuz, karaktersiz" yorumlar yapan ve milli forma giymenin değerini bilmeyenleri fütursuzca koruyanların artık susması gerektiğine artık daha fazla inanıyoruz...

El birliği ile öldürdünüz futbolu.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Aut


Bu blogu yazmaya beni iten şeylerden birisi de şüphesiz ki futbol denen keyfimizin, yönetenlerin elinde oyuncağa dönmesine dayanamamak geliyordu. Olaylara bir de bu işten bir çıkarı olmayan taraftar gözünden bakmaya çalışıyor, aklımız kestiğince bir şeyler yazıp içimizi döküyorduk.

Yaklaşık 1 ay öncesine kadar taraftarı futbolun kutsal ögelerinden biri saymaktaydım ta ki Tiyatro 2.0’ın Aut isimli oyununu izleyene kadar. Aslında bildiğimiz ama unutmaya çalıştığımı taraftar profilini çok güzel işlemiş oyun. Jargonuyla olsun, kast sistemiyle olsun, zamanının bir kısmını tribüne harcamış herkesin bildiği hikayeyi çok güzel anlatmış. Abiler, reisler, silahlar,bıçaklar, kevgalar,küfürler..O ufacık alanda harikalar yaratmışlar. Silah sesleri, kan,ses efektleri muhteşemdi.
Tribünde reis diye gezenlerin aslında ne tip adamlar olduğu, futbolu severek girdikleri bu yolda futbolun rantını yiyenlerce ne şekilde kullanılıp kuklalaştıkları ve rant peşine düştüklerinin hikayesini Alper Kul & Özgür Özgülgün çok güzel anlatmış.

Oyuna adını veren replik ise Ofsyat Osmanı andırıyor. "Biz hiç mi gol olmucaz be abi,hep mi aut!"

9 Ekim 2011 Pazar

Benim Ali Sami Yen'im...


3 Ekim 2011 Pazartesi

Nobre Le Tissier




Nobre'den çok çekmiş Galatasaray'lı olarak dün akşam gördüğüm golden sonra bir futbolsever olarak mutlu olmadığım değil. Bana Southamptan'ın efsanelerinden Matthew Le Tissier'i hatırlattı. Bir top havadan geliyorsa ve Le Tissier oralardayda pozisyon büyük olasılıkla gol olur. Aşağıdaki videoyu izlerseniz ne demek istediğimiz daha iyi anlarsınız.

27 Eylül 2011 Salı

Galatasaray:2-0:Eskisehirspor | Kifayetsiz Kelimeler...


Muazzam!.. Enfes!.. Nefis!.. Sadece birkaçı kifayetsiz kalan kelimelerden, dün gece adına. Öylesine harika bir gece geçirdim ki Galatasaray sayesinde, yazısını yazabilmek şimdiye kaldı.

Önceki yazılardan birinde de belirtmiştim, her ne olursa olsun takımımın yazısını yazarken içten içe onu kayırmaya çalıştığımı. Ancak bu yazı öylesine zor ki!.. Tanımlamaya yetecek kadar sıfat malesef ki haznemde bulunmuyor.

İşte tam bu noktada sadece gözüme fazlaca batanları belirtip, pazar gününün ipini çekmeye koyulacağım. Öncelikle kötüden başlamak gelenektendir ve muazzam geceyi daha az karalar. Bu isimse birkaç haftadır aşikar olduğumuz Sabri Sarıoğlu. Kaptanlık pazu bandının ilk varisi oluşundan bugüne performansında ki düşüş inanılır gibi değil. Evet hırsı ve mücadeleciliği halen aynı gazla devam ediyor, ama sorun da tam burada zaten. En azından TV ekranı karşısında görünen kaptan sanki gazla çalışıyor. Amaç yerme değil, aksi...

"Maçın başlama düdüğünden, bitiş düdüğüne değin" denen klişe vardır ya! İşte bu klişede belirtilen zaman dilimi boyunca konsantrasyonu (tepede değil) %100'de tutabilen, muazzam bir maç oynayan muhteşem adam: Ujfalusi... "Messi'nin bile ayağını eline verdi" (etik olmasa da) onu anlatanların sıklıkla kullandığı bir tanımlama iken Mehmet Yıldız gibi lige yakışmayan bir hucüm oyuncusunu sahadan silişi, inanılmaz. Ama tüm bunların yanında, Balta'nın arkaya sektirdiği onlarca top olduğu gerçeğini kabullenerek, o bölgeye verdiği olağanüstü destek, şapka(lar) çıkarmaya değer...

Geçen sene dile doladığımız yegane unsur BAM'dı. Bu üçlüden geriye kalan Ayhan'ın takımdan kesilişi için Fatih Terim'e ayrıca bir yazı ile methiyeler düzmek gerekirken, Melo'yu yeniden yaratması ise alkışlamaktan elleri patlatacak bir diğer neden. Orta sahada Selçuk'la (ki aktif en iyi Türk orta saha oyuncusudur gözümde) oluşturduğu ikili takıma iki yönlü yarar sağlarken, aynı zamanda da hem taraftarlar hemde oyunculara verdiği ekstra enerji ve ateşle, kriz anlarında da takım üzerinde fazlasıyla etkili oluyor.

En azından son 2 sezondur Balta'nın oynadığı en iyi oyunun dün gece ki Eskişehir maçı olması aslında hiç tesadüf değil. Benzer bir sıkıntının şu anda Sabri'nin yaşadığı sorun, Balta'nın kısıtlı oyununun önünde ki kanat oyuncusunun yardıma gelmemesi ile daha da göze batıyordu. Bu apaçık sorunu da cımbızla çeken Terim, Riera'dan aldığı maksimum verim bir kenara Balta'nın da performansını bir seviye yukarıya çekmeyi başardı.

İBB maçıyla başlayan maratonda değindiğimiz "bu takımın potansiyeli"nin olduğu, haftalar ilerledikçe biraz daha haklı bir serzenişe dönüşüyor. Geleceğin bizim olduğu günler yakında. Yeter ki sabırla bu takıma desteğe devam edelim...

23 Eylül 2011 Cuma

Spor Mezatı


Geçtiğimiz günlerde 5. Beyoğlu Sahaf Festivali eski tüyap fuar merkezinin otoparkında gerçekleşti. E yolumuzun üzeri uğramadan olmaz dedik. Aklıma olan yine Futbol Kitapları almaktı. Amacıma da erdim sayılırı zira toplamda 11 tane kitap aldım. İletişim yayınlarının futbol serisini tamamlamaya az kaldı. Ama asıl enteresan olan, standları gezerken gözüme takılan o büyük afişti. Büyük Spor Mezatı başlıklı afişte yukarıdaki görsel vardı. Standdaki arkadaşlarla konuşunca öğrendim ki 24 Eylül de yani yarın, spor tarihmize ait bir takım parçaların olduğu bir müzayede gerçekleşecekmiş. Tabi ay sonuna gelmesi pek hoş olmadı ama yine de bir gidip görmekte fayda var.

Satışa çıkarılacak parçaları önceden görmek isteyenler Büyük Pazar Mezatı adresini ziyaret edebilirler. Özellikle maç günü kitapçıklarının sayısı ilgimi çekti. Biz bunları yurtdışında görmeye alışıktık ama meğerse bizim spor kültürümüzün de bir parçası olarak yer almışlar. Özellikle fotoğraftaki kitapçık ezela rekabet ebedi dostluğun bir kanıtı gibi..

En çok istediğim parça ise sanırım Zonguldakspor a ait rozet. 200 TL den açılması ise büyük talihsizlik..

Bu hafta sonu sporlar ilgili tek etkinlik ise bu değil. Beyoğlu Belediyesi bir Spor Filmleri Festivali düzenlemiş. Tabi festival dzüenleyip de iletişimini yapamamak bize özgü bir organizasyon yapış biçiçmi olsa da hasbel kader Ntvspor yayınınında gördüm.
Festival programına Uluslararası Spor Filmleri Festivali den ulaşabilirsiniz. Festival aceleye gelmiş olacak ki özünde bir film festivali olmasına karşın hangi filmlerin yayınlanacağı yazılmamış. Ama yine de bugün 19.30 da Beyoğlu Gençlik Merkezine uğrayıp gözatmakta fayda var sanırım.

Her gün maç izlemekten bunalan ama yine de futboldan kopamayanlar için güzel bir haftasonu olacak...

22 Eylül 2011 Perşembe

Karabükspor:1-1:Galatasaray | Geçmişi Anımsa


"Olympiakos'u içerde, Benfica'yı dışarda, Hertha'yı dışarda..." 2008-2009 sezonu Avrupa'da fırtına estiren o takım, Skibbe'nin eserleri... Bıraktığı mirasla Bordeaux'yu Bülent Kaptan komutasında geçişimize kadar ki döneme kadar oynadığımız oyun...

Bugün maçı izledikten sonra zihinlerde efsaneden nameler "How i wish, how i wish you were here" minvalinde tıngırdatırken sazını, vardığımız kanaat dönüp dolaşıp aynı yere dönüp geliyordu, tilki misali. Şimdi birde Hamburg meselesi geldi aklıma. Of! Bugün yeneydik iyiydi...

Beklenen 4-4-2 dizilişiyle başladığımız maçın hemen başında Muslera'nın atılmasıyla tabir-i caizse Karadeniz'de gemilerimiz battı. Hazırlık maçları dahil bir çok maçta Fatih Terim'in maç içerisinde yaptığı taktiksel değişikliklerin çoğu beklenen olumlu katkıyı yapamadığı gibi, aksi geri tepmeler fazlasıyla olmuştu. Bunun en bariz örneği ise sezonun açılış maçında Sabri'nin kanattan, içe konsantre olamayışı ile soldan yediğimiz hücumlardı ki Sabri özelinde felaket bir sezon başlangıcı yaptığını da söylemeden edemem. Birde takımın birinci kaptanının bu halde oluşu, "Arda, bu yaşta kaptanlığı kaldıramadı" diyenlere neler hissettiriyor merak içindeyim. Ama onlar hala "Sarbi" geyikleri etrafında dönedursunlar.

Turkish Barca yazısında takımın en umut verici varyasyonları 3. bölgede Baros-Melo ikilisinin önderliğinde yapılan verkaçlarla, kolay adam eksiltip, kısa yoldan ceza sahasında kendimizi bulmamızdı. Geliştirilmesi gereken kısmın bu verkaçlar sonrası golü getirecek öldürücü darbeyi vurmayı öğrenebilmek iken, aradan bir hafta geçtikten sonra geliştirilecek bölüm bir yana, becerebildiklerimizi bile sahaya yansıtamamak daha  acı verici olabilirdi.

Tabi birde 75 dakika 10 kişi oynayıp, 1-0'dan beraberliği yakalayabilen bir takım görüntüsü verebilmiş olmak da önemli, ancak bu optimist düşünce pek de takımı ileriye taşıyabilecek nitelikte görünmüyor. Yarınların Avrupai takımını yaratmak amacı ve olgusu söz konusuyken ligde ki bu tip puan kayıpları, titreyen dizleri ayağa kaldırmada fazlaca yararlı olmadığı kanısındayım.

Taktiksel anlamda hem İ.B.B maçında Webo, bu maçta da Shelton'un tek başına savunmayı bu denli yıpratmış olması tehlike çanlarını şimdilik inceden titretiyor ama sanırım en önemli nokta maç sonrası Fatih Terim'in basın toplantısında söyledikleriydi. Rijkaard ve özellikle Hagi'den sonra bu denli kendini bilen açıklamalar yapılıyor olması, gelecek için mutluluk verici.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Galibiyet sonrası Jehan Barbur



Uzun bir zaman sonra geçtim bu ekranın karşısına, bir şeyler dökeyim istedim.. Fotoğraftaki adam her ne kadar Beşiktaşın galip gelmesini sağlasa da, ortaları yapan Fernandes i de unutmamak lazım diye düşünüyorum.. Mustafa Pektemek in ise gol atmış olması en az kendisi kadar beni de mutlu etmiştir sanırım.. Şimdi ben bunları yazıyorum da, maçı izledim desem yalan olacaktır..

Evet, maçın yayınının olduğu bir yerdeydim, güzel mezeler ve rakı konseptiyle.. Bir de karşımda gerçekten karşımda oturuyor olmayı hakeden, her ne kadar hala şu yazdıklarımı okuyamasa da ya da duyamasa da, beni mutlu eden, yüzü güldüğünde yüzümü güldüren, tuhaf bir rüzgarın getirisiyle gözümün içine bakıp da, en yakın arkadaşlarından biri olduğumu bir kez de olsa dile getirip, kalan rakıyı da benim içmemi sağlayan bir -arkadaşım- oturduğundan maça çok da konsantre olamamıştım. Ama tabi ki de, oturacağımız yeri seçen bendim ve en azından göz ucuyla takip edecektim..

Maç 1-1 devam ederken sigara içilmeyen bir ortamda bulunduğumuzdan ve benim stresimin de hat safhada olduğu bir an kapı önüne çıktık sigara içmeye.. İşte o sırada attı Sidnei ikinci golünü.. Kısacası galibiyeti getiren goldü bu, ben rahatlayıp, hatun kişiye döndüm ve dedim ki; "Nihayet! Koyduk işte !". Tabi ağzımdan çıkacak kelimelerin, nitelemelerin çok daha farklı olmasını beklerdi kendisi, beklerdik..

İçeri döndüğümüzde, 3. gol de geldi ancak benim için tek etkisi, karşımdakinin de "Aaaa 3-1 oldu" demesiydi... Ya sonra? Sonrası malum işte... Bindi vapuruna ve geçti karşıya... Ben de bikaç bira daha alıp eve girdim.. Kazandık mı yani bu gece?? Hiç sanmıyorum ama, kaybettiğimiz de bir şey yok şu an için. Beşiktaş kazandı, teselli ikramiyesi yapıp, şiddetle tavsiye ettiğim, çok geç de olsa farkına nihayet vardığım "Jehan Barbur" eşliğinde biramı yudumlarken, herkese sesleniyorum, Jehan Barbur un hakkını verelim !