Türkiye'de futbol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye'de futbol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2010 Çarşamba

Oldies But Goldies? // 60's

Konyaspor maçından sonra Beşiktaş teknik direktörü Bernd Schuster'in yaptığı "Türkiye'de 1960'ların futbolu oynanıyor" açıklaması, şuanda gündemde yer edinilen bir konu değil ama bu geceki Valencia-Bursaspor maçından sonra bazı gerçekleride görmezden gelemeyiz. Kastım, evet 60'ların futbolunu oynuyoruz değil, ama 2010'ların futbolunu ne kadar oynuyoruz ki??

Şimdi zihnimde ŞL kuralarının çekildiği döneme gidiyorum. Kuradan United, Valencia ve Rangers çıktıktan sonra yapılan yorumlar, United ve Valencia'nın üst tura çıkacağı ve Bursa-Rangers arasında Avrupa Ligi mücadelesi olacağı yönündeydi. İyimser bir bakış açısı olabilir bu elbet ama babadan kalma "top yuvarlak saha düz" mantığı ve bu iyimserlik biraraya geldiğinde kendimizi bu mücadeleye inandırdık ki ilk Valencia maçıyla dahi bu inancımız kaybolmadı. Dışarda Rangers mağlubiyetinden sonra dahi körlemesine koruduğumuz bu inanç aslında ufkumuzu daraltıyormuşda farkında bile değilmişiz.

Türkiye Ligi'nde ki mücadele (tekmeler"!") ülkemize gelen antrenöründen, topçusuna kadar hepsinin diline ilk maçlardan yapışır, bizde buna hep kızarız. "Bizde böyle kardeşim!!" tavrımızla eleştiririz onları. Ancak tüm bu serzenişleri ve Schuster'in açıklamasını destekleyen şöyle bir istatistiki veriyi de göz önünde bulundurmalıyız. La Liga son hafta mücadelelerinden Almeria - Barcelona maçında Messi'ye yapılan faul sayısı 0 (yazıyla "sıfır"), Real Madrid - Athletic Bilbao maçında C. Ronaldo'ya yapılan faul sayısı ise 2 (yazıyla "iki"). Meali, takımların yıldız oyuncuları üzerinde rakibin kurduğu baskılı oyun sonucu, kendisini oyundan koparmak için faul (tekme"!") taktiği değil, futbol oyun kuralları içinde oluşturulan taktiklere başvuruluyor. Ne kadar başarılı olduğu tartışılır ancak, ligin genelinde geçerli olan bu görüş "neden bize gelince serzenişte bulunuyorlar" ın kanıtı gibi adeta.

Türkiye'de oynanan futbol 60'lardan kalma değil evet, ancak STSL şampiyonu Bursaspor'un ŞL'de 5. maçında 5-0'dan sonra ilk golünü buluşu, Valencia'dan 10 gol yemesi, 2001-2002 de Fenerbahçe'den sonra 2010-2011 sezonunda Bursaspor'un da 5. maç itibari ile ŞL'de 0 (yazıyla "sıfır") çekmesi de gösteriyor ki 2010'ların oyununu oynamıyoruz.

21 Kasım 2010 Pazar

Türkiye'de Futbol - Bu Maçı Alıcaz!


Bir süre önce Sahaf Festivaline gidip de futbol kitapları aldığımı yazmıştım. Aslında futbolla ilgili kitap meselesi eskiye dayanıyor. Bir gün arkadaşlarla boş boş gezerken Beyoğlu Çukurcuma daki Mesele Kitapçısının tezgahında Futebol’u görmemle, hayatımdan eksilttiğim birinin boşluğunu doldurmaya çalışmam aynı zamana denk gelir. İşte o kitaptır ki, adını çok önceden aldığım blogun ilk postlarını yazmama neden olan. Sonrası zaten malum.

Türkiye’de yazılmış ilk futbol kitabı "Türkiye’de futbol- Bu maçı alıcaz!" ile tanışmam ise bambaşka bir hikaye. Bir dürümcüde yan masadaki kişinin elinde görüp bu ne yahu diye meraklanmam, yeni basımı olmadığını öğrenip kederlenmem ve internetteki açık arttırma sitesinde bulup sahip olmam çok kısa bir zaman aldı. Şimdi bu kitaptan bahsedeceğim bahsetmeye de nereden, nasıl bulup okuyacağınız kısmı beni ilgilendirmiyor.

Herneyse, gelelim kitaba. Tek kelimeyle “Harika!”. 90 da yazılmış ve 80’lerin Türk Futbol camiasını inceliyor. Tabi sadece 80’lerle kalmıyor, Türk futbolunun nasıl ve hangi koşullarda o günlere geldiğini anlatıyor. İlk tezahüratlar, eski stadlar, efsane futbolcular vs.

Kitap; Futbolcu, Hoca, Hakem, Tribünler, Spor Basını, Devlet ve Kulüp ilişkileri ve Bugün (90’lar) şeklinde bölümlere ayrılmış. Görüldüğü üzere futbolun tüm unsurları var.

Benim gibi 80’lerde doğmuş ve o gülerin futbolunu hayal mayal hatırlayanlara şaşırtıcı biçimde yabancı gelmeyen bir kitap. Bunun nedeni tahmin edebileceğiniz gibi hiç bir şeyin değişmemiş olması. Tarih verilmese bugünün futbolunu okuduğunuza emin olabilirsiniz!

Futbolcunun insan olduğunu ve psikolojisinden bahsederken, spor hekimliğinin tarihi, o zamanlardaki yabancı Hoca tartışmaları (bkz. Rijkaard, Schuster futbolu bilmiyor!), Hakemin kendini kimseye beğendirememesi ve her zaman günah keçisi olmasına kadar her şey aynı. Spor Basınındaki kalitesizlik ve Yönetim basiretsizliği de cabası.

Peki ya taraftar? O da aynı. Takımı maç kaybedince dalga geçilmemek için işe gitmeyen kişiler o zamanlar da varmış. Takım transfer yapınca “Hadi gene iyisiniz, bilmem kimi almışsınız” yorumuna kulübün basın sözcüsü edasıyla “ geçen sene çok maç oynamamış ama bakalım” diye cevap veren bizlerden bahsediyor aslında.

Hangi takımda hangi siyasi parti üyeleri olduğundan, milletvkili olmanın takımı şampiyon yapma sözü vermekten geçtiği günler.

Garip bir tebessümle okuyup da kendinizi –futbolla ilgileniyorsanız- bulabileceğiniz bir kitap. Sonuç bölümü ise Can Kozanoğlu’nun müthiş ileri görüşlülüğünü gözler önüne seriyor. Futbolun geleceğinin şirketleşmede olduğu söylentilerine, bu zihniyet olduktan sonra şirketleşseniz ne olur ki mealinde sözler ediyor. Sonra bugün Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş A.Ş lerine ve içinde bulundukları duruma bakıyorum ve Can Kozanoğlu’na açtığı ufuktan ötürü teşekkür ediyorum.

Günümüzde dahi başarısızlığı yabancı Teknik Direktöre, kadroya, hakeme bağlayanların okuyup da sorunun ‘işleyiş’te olduğunu, ve işleyişin geçmişten beri hep bu şekilde aksak süregeldiğini gösteren ve harcadığınız zamanı kat be kat size geri veren bir kitap.

17 Ekim 2010 Pazar

Adnan Sezgin



Futbol'un Şifreleri kitabından:

"..A.T Kearnet yönetim danışmalığının spor danışmanlığının spor bölümü başkanı olarak,klubü her daim müşterilerine örnek olarak gösteriyor.Hembert,Paris'teki bir kafede,"Başarılı bir klubün en büyük sırrı istikrardır," diye açıkladı,"Lyon'da istikrar antrenörle değil;sportif direktör Lacombe ile ilgidir."

Yazıda bahsi geçen klüp Lyon. Kitabı okuyan Lyon'un dünya futbolunda nasıl bir
"istisna" olduğunu görür. Ki ben de aslında kitabı tamamen okuyup öyle yorunlayacaktım. Ama gün bugünmüş.

Rijkaard gidebilir. Kimyası tutmayabilir. Ama önemli olan Rijkaard ın gitmesi değildir. Çünkü Rijkaard gitse de gelecek olana yapılacak muamele bellidir. Dolayısıyla önce "yönetim zihniyeti" değişmelidir. Bunun gereği de bellidir.

Ben ve benim gibi düşündüğüne inandığım taraftarlar bugünü kurtarmak adına Rijkaard ın gitmesini çözüm olarak görmüyordur. Elbetteki ben de güzel futbol izlemek istiyorum. Ve bu akşam Ankaragücü maçında bunun zerresi yoktu. Ve dost sohbetinde Beşiktaş'ın yenilmesine rağmen keyif vermesi üzerine konuştuk. Beşiktaşlı arkadaşım mağlubiyete rağmen mutluydu. Bence de haklıydı. Eğer mevzu "takım" ile ilgiliyse ben Galatasaraylı olarak yıllarca Türkiye'deki tüm takım taraftarlarından çok daha iyi futbol izledim. Ama eğer konu futbolsa ki benim için bu öncelikli.Sonuç olarak "günübirlikçi" olmayıp, bir kültür oluşturmak adına doğru adımların atılmasını bekliyor ve istiyorum.

Galatasaray'a dönersek, bazı şeyleri de ilk defa söylemiyorum:

O bir teknik direktör öğütücüsü

GS nin ilacı