dünya kupası 2010 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dünya kupası 2010 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Aklımızda Kalanlar...

4 yıl bekliyoruz bunun için. Öncelikli belirtmek isteğim bir öneri. Ki sanıyorum ki bu öneriyi getiren sayıca binleri belkide milyonları bulan insan vardır dünyada. Oda şudur ki şu kupa 2 yılda bir yapılsa, keza Avrupa Şampiyonası da öyle her yıl boş kalmasak, futbol izlesek. Hem dünya ekonomisi açısından da iyi olur. Bakın G.Afrika'ya giren döviz bu yaz ne kadar artmış? Bence Blatter değerlendirmeli bu fikri artık. Çok yönlü, her yönüyle de olumlu olduğuna inandığım bir proje. Büyüsü kaçar mı derseniz? Yaşamadan bilemeyiz derim.

Neyse hayalciliği bırakıp, gerçeğe dönelim. 2010 Dünya Kupası'da sona erdi. Kupa öncesi beklentileri karşılayan yahut karşılayamayan bir çok oyuncu ve takım oldu. Sonuçta İspanya şampiyon oldu olmasına ama kupa süresince yaşanan bazı olayları değerlendirelim istedim.

Kupanın en büyük hayal kırıklığı sanırım tartışmasız Wayne Rooney! Özellikle geçen sezon sonlarına doğru yakaladığı grafik, yazarlarımız dahil bir çoklarını heyecanlandırmaya yetmişti. Özellikle son maçlarda yaptığı hat-trickler ve yoğun enerjili oyunu, kupaya damga vurması öngörümüzü pekiştirmişti. Fakat ne yazık ki gruptan ilk sırada çıkabileceğini düşündüğümüz İngiltere'nin kötülüğüne bir de Rooney katılınca Alman hezimetine uğrayanlar listesine 2. turdan katıldılar.

Ufak bir paragraf da bu oyuncu hayal kırıklıkları konusunda Torres için açmak gerek. Özellikle Benitez'in gidip gitmeyeceği konusu açılınca yanında açılan konu Torres'in gönderilip gönderilmeyeceği idi. Gerek Liverpool'un yaşadığı maddi sıkıntı gerekse de bu teknik direktör sorunları gündemdeyken adı fazlasıyla geçti medyada. Bir de yaşadığı sakatlık vardı. Turnuva süresince beklentileri karşılayamayan kilit oyunculardan biri oldu. İster istemez insanın içinden bir ses diyor ki, "Torres formda olsa İspanya daha farklı damga vurabilir miydi turnuvaya?" Ama burdan da şampiyonluklarını gölgelemek istemem.

Ama bir Forlan vardı ki turnuvada. "Vay bee" dedirtti izleyen herkese. Avrupa Kupası şampiyonu olarak geldiği turnuva da en azından ünvanını karşılayacak bir performans göstermesi gerektiği paydasında birleşenlere nispet, ortaya koyduğu müthiş performansı, kapanış maçında attığı o muazzam golle de el salladı bize. Akreditasyonlu medya mensupları arasında yapılan oylama ile de Altın Top ödülünü kazanarak, Avrupa Ligi Şampiyonu ünvanı ile geldiği turnuvada, bu ünvanını geliştirmiş oldu.

Beklentilerin içinde olmayan bir Müller vakası yaşadık birde. 1 yıldır profesyonel olan oyuncu attığı 5 golle, yaptığı 3 asistle turnuvaya açık ara damga vuran oyuncuların başını çekiyor. Sahada olduğu her an, takım adına en önemli koz olan oyuncu, genel anlamda formda olan takımda Mesut'la beraber yıldızı en çok parlayan oyuncu oldu. Değerini de 4'e, 5'e katladı. Forlan'ı en iyi seçenler, Müller'i de pas geçmediler. Hem dakika açısından hemde yaptığı 3 asistle diğer 5 gollüler arasından sıyrılarak "Altın Ayakkabı" ve İbrahim Ayew, Dos Santos'u da geçerek "En İyi Genç Oyuncu" ödülünü kazandı.

Oyuncularda hal böyleyken, takımlar klasmanında turnuvaya damgasını vuran takım kuşkusuz Fransa ve yankıları oldu. Fransa'da ki sorunlar aslında yeni değil, hep vardı ama turnuva içerisinde yaşanan antremana çıkmama, basın bildirileri ile federasyona yapılan göndermeler, Anelka'nın kadro dışı bırakılması ve tam bir fiyasko olan grup sonunculuğu. Bu konu hakkında çok yazıp çizdik, ancak yapılan başlıca hatalar yüzünden 2006'da final oynamış bir takımı bu hale getirmek tamamı ile federasyonun suçudur. Ruhsuz oyuncu sorunu bunun yanında daha etkisiz kalır kanımca.

En iyi çıkış yapmış takım içinse aday takım bence çok. Şili, Paraguay, özellikle de Gana. Afrika'da hüküm süren Nijerya rüzgarını kesen Gana Çeyrek finale kadar öyle yada böyle geldi. Kıtanın umutlarını sürdüren ve eskiye nazaran daha mütavazi olan kadroları ile bunları başarmaları takdire şayan. Paraguay ise grup maçlarında oynadığı futbolla göz doldurdu açıkcası. Nefesleri çok uzun sürmese de şöyle düşünelim. İngiltere, İtalya, Fransa gibi major takımların çıkamadığı 2. turda çıkıp oynadılar. Cabası birde çeyrek finale kaldılar. Şili de 2.tur da Brezilya yerine daha dişine göre bir takımla eşleşebilme fırsatını bulsaydı çeyrek final görebilirlerdi. Bu açıdan bu 3 takımı turnuva sürprizleri olarak nitelendirebilirim.

Son olarak ise "zaten kendinden beklenen buydu" diyebileceğimiz takımlara bakalım. Portekiz beklendiği üzere C.Ronaldo'nun kendini beğenmiş tavırları ve takımdan üstün olduğu düşünceleri ile ancak 2.tura gelebildi. Slovakya belki şansları yaver gitseydi bir-iki adım daha ileriye gidebilirlerdi ama güçleri ortada. 2.turun gelişi sürpriz değildi, aynı çeyrek finale çıkamamalarının sürpriz olmadığı gibi.

Birde benim için bekleneni -zor da olsa- veren İspanya bu kategoriye girmeye hak kazanıyor. Turnuva öncesi Favorim adlı yazıda bahsettiğim üzere, favorimin kupaya uzanmış olsa mutluluk verici. Bahsettiğim gibi Torres biraz daha formda olsaydı bu ara notu yazmayacaktım.

Adettendir dedik, turnuva öncesi turnuvaya katılayamayanlar için yaptığımız gibi, sevgili Pascal ile turnuvanın naçizane 11'ni kurduk.

Kaleci: Casillas(İspanya)
Savunma: Lugano(Uruguay), Puyol(İspanya), Lahm(Almanya),
Orta Saha: Müller(Almanya), Schweinsteiger(Almanya), Iniesta(İspanya),Xavi(İspanya), Sneijder(Hollanda)
Forvet: Forlan(Uruguay), Villa(İspanya)

And The Winner Is


İnsanoğlu(ben dahil) bencil efendim. Dövünüp durduk "Bu ne biçim futbol! Dünya kupası bu değil!" diye. Ama bitti işte. Şimdi utanmasak, her daim dilimizden düşürmediğimiz vuvuzelayı bile özlediğimizi söyleyeceğiz ama allahtan o aşamaya henüz gelmedik. Gelenlere yada gelecekler dostlara ise şimdiden selam olsun.

3.lük maçını izleyen arkadaşlar, finali izlerken "of"layıp, "puf"lamışlardır kanımca. Çünkü ben aynen de dediğim gibi yaptım. Forlan'ın o enfes gölü esnasında Pascal ile telefonda önemli bir konu konuşuyorduk. Gol olduğunda garip sesler yükselmeye başladı ikimizden de. O an o konunun zerre önemi kalmamıştı. "of beaaa" , "o ne öyle beaa", "gole bak ulan" tarzı sesler, varsa şayet ülkemizde telekulak denen şey ve olası bizi dinlemeye filan aldılarsa eminim vazgeçirmiştir onları bizi dinlemekten. Final gelip çattığında ise benzer sesler sıkıntılı tonlara dönüşüyordu.

Bunu birazda finalin stresi, 2.lük maçının ise rahatlığına bağlamak mümkün tabi. 23. dakikada 4 sarı kart çıkmışken bunları takımların 2'şer 2'şer paylaşması gerginliğin göstergesi gibi. 4 yılda bir gelinebilecek bir yerdesiniz ve telafiniz olmayabilir. Oyuncu psikolojisini de az biraz anlamalı.

Tüm bunlara "pekala" diyoruz ama dün gece ki Hollanda'da yenir yutulur gibi değildi. Şimdi oyuncuları da anlamak lazım dedim ama turnuva boyunca, Ali Ece'nin tabiri ile "Total Kontrol"e dönen oyunlarının belkide en beterini izledik. Yanlış zamanda patlak veren bu durum malesef Hollanda'nın 3. defa eli boş dönmesi gerçeğini hayata dönüştürdü.(Hele Robben'in 2 tane karşı karşıya ve %100 net pozisyondan yararlanamaması akla ziyan).

Turnuva başında Favorim başlıklı yazıda belirttiğim favorimin kupayı kazanması benim adıma ayrıca bir mutluluk kaynağı olurken, 2008 Avrupa Şampiyonluğu ardından 2010 Dünya Şampiyonluğu'nu da kazanan İspanya'ya tebrikler. İlk maçında yenilerek kupayı kazanan ilk takım oldu Dünya Kupaları tarihinde. Cruyff'un yarattığı sistemle yetişen ekol için, dün hayal ve hedef olarak koyduğu her şeyi bir bir gerçekleştiriyor. Aslında ülke olarak İspanyolların spor alanında atakları göze çarpıyor. Tenisde Nadal, Baketbol'da Gasol, Motocross'da Lorenzo örnekleri aslında onların sporun birçok alanında ne kadar başarılı oldukları ve ülkede ki spor devriminin kanıtları.

Her şey istatistik değil futbolda, bazen kağıt üzerinde üstün olan takımlar olmadık yenilgiler alabiliyorlar ama istatistik de olmazsa olmaz. Finalin istatistiklerine de bakıldığında göze çarpan ilk unsur sarı kartlar oluyor. 14 sarı kartla final tarihine geçen maçta, özellikle de Jong'un Karatekid'den esinlenme uçan tekmesi, gerekli cezayı alsaydı, "Zidane Kafası" tarzı bir etki yaratabilirdi.

Son olarak da hayatımıza, Üründülzela'dan kalma boşluklar için bize önerilmiş ahtapot Paul devşirmesi girdi. Hayvanat herşeyi bilmişmiş falanmış. Onun içinde bir istatistik yapılmış, okumuştum biryerde. Genelde hep sağ tarafa yöneliyormuş. Artık olmadık komplolar üretilir ki haber bültenlerinde papağanına, zürafasına aynı deneyi yaptıran sevgili girişimcilerimizi de izledik. Sonumuz hayrola.

Kaynak: İstatistik fotoğrafı, BBC Türkçe Fan Sayfası'ndan alınmıştır.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Alkışlarla...


Çok beğendiğim Uruguay dan bahsetmek de istiyorum.. A Grubunda Fransanın arkasından ikinci olabilecek gözüyle bakılan Uruguay.. Ancak Fransa herkesin değil de bizim beklediğimiz gibi çıkınca grupta lider olmak da çok zor olmadı Uruguay için. Ardından G. Kore yi elediler. Suarez attığı iki golün yanında bencilliğiyle maçın adamı olmuştu G. Kore ye karşı... Haa, asıl noktayı pas geçmeyelim.. Uruguay daki esas adam Diego Forlan. Topu her ayağına aldığında, ya da top ona doğru her hareketlendiğinde bütün Dünyanın heyecanlandığına inandığım adam. Hollanda tebriği fazlasıyla haketti ancak büyük bir takdir de Uruguay a ayırmak lazım. Çeyrek finaldeki Gana maçında olay adam olan Suarez dün akşam oynasaydı acaba değişir miydi? Benim görüşüm en azından uzatmaya gidebilirdi, ama turu geçen taraf yine Hollanda olurdu sanırım..

Uruguayın attığı gol sırasında;

Forlan topu sağdan hareketlenen arkadaşına atmak yerine sol ayağıyla diklemesine kaleye doğru hareketlenmeyi tercih ettiği an, evdeki 3 kişiden de aynı cümle çıkar mı arkadaş " Forlan atar, PES de hep atıyo bu golleri." Sonuç, sol ayağının içiyle vurduğu top süzülerek kaleye girer...

Benim takıldığım bir nokta var, Tabarezin 84. dakikada Forlanı oyundan alması. Yerine giren Fernandez naptı çok da göremedik ama belki "O" sahadayken maç 3-2 olmuş olsaydı, vs, vs... Tabarezi eleştirmek düşmez bize, sonuçta yarı finale takımını taşıyan da o.

Ben iki takımı da; Robben, Sneijder ve Forlanı da ayrı ayrı alkışlıyorum.. Bu yaşta belki turnuvada atılacak en iyi golü atan Van Bronckhorstu da unutmadım...

Viva Hollandia...

Fırtına misali eserek geliyor Portakallar. 14 maçtır yenilmeyerek herkese bağıra bağıra söylüyorlar bu gerçeği; "Kupa bizim olacak!".

Elemelerde ki 6 maçtan sonra, kupada da 8 maçtır kazanıyorlar. Tüm bu galibiyetleri hakediyorlar da. 35'lik van Bronckhorst'un performansı bu düşünceyi destekleyici nitelikte. Yarı finalde attığı gol buram buram tecrübe ve beceri kokuyordu. Tabi birde arzu,hırs ve istek. Birde takımın yıldızları, Robben, Sneijder, Kuyt kariyerlerinin en pozitif futbolunu oynarak yıldızlaştığı dönemdeler. Hele bir Sneijder var ki sahada, ona birazdan değineceğim.

Hollanda, katıldığı her turnuvayı hem taraftarı ile hemde futbolcuları ile açık ara renklendiren yegane takımlardan biri. Fakat bu renklerin arasına şampiyonluk ünvanını koyamamışlardı. Şuan buna sadece 90 dk. uzaktalar. 9 kere katıldıkları turnuvalarda, 2 defa final (74 Almanya'da Almanya'ya 2-1, 78 Arjantin'de Arjantin'e uzatmalarda 3-1 kaybettiler) oynamış, bir defa da üçüncülk maçına(98 Fransa'da Hırvatistan'a 2-1 kaybettiler) çıktılar. Final maçlarına dün 2010 Güney Afrika'yı da eklediler. Bakalım bu sefer mutlu sona ulaşıp kupayı, 35'lik van Bronckhorst'un elinde yükselirken gösterebilecekler mi bize?

Gelelim Wesley Sneijder'e. Hakikaten son 2 maçtır ayakta alkışlıyorum kendisini maç bitimlerinde. 26 yaşında ki oyuncu, parladığı Ajax kariyeri ardından adeta ikinci baharını yaşıyor son dönemlerde. Milli takımda Robben'le oluşturduğu ikiliye(ki şampiyonlar finali oynamış bir ikili) Kuyt'da katılınca seyir zevkim tavan yapıyor. Sevgili Flying Dutchman kendisi için bir kaç istatistik vermiş. Turnuva'da kırdığı ve kırması muhtemel rekorları anlatmış. Bir bakın isterseniz.

Başlıkla bitiriş eş olsun. ...Viva Hollandia...

1 Temmuz 2010 Perşembe

Olmadı...















EN BÜYÜK HAYAL KIRIKLIKLARIMDAN....

Sona Çeyrek Kala...

Açıkcası elimden geldiğince yazmaya çalıştım Dünya Kupasını ancak bulunduğum koşullar (bknz. Grup Maçları#4 Girişi) ve iş tempomdan ötürü maçların çoğunu izlesem dahi yazıya dökemedim. Bugünün rahatlığı ile-neden rahatız onu da anlamadım ama- elimden geldiğince aktarımda bulunmaya çalışıyorum. Siz okurlarımıza gerek anlayışınız gerekse de takipçiliğiniz için teşekkürü bir borç biliriz.

Dünya Kupası'nda grup maçları bitti ve biteli çok oldu evet:) Ardından oynanan 2.tur maçlarından sonra ise verilen 2 günlük aradan sonra festival Çeyrek Final maçları ile devam edecek. 2-3 temmuzda, alışkın olduğumuz günde 2 maç çoşkusuyla yarı finale safhasına gelecek turnuva. Bu yazıda çeyrek final eşleşmeleri olan Hollanda-Brezilya, Uruguay-Gana, Arjantin-Almanya ve Paraguay-İspanya maçlarını değerlendireceğiz. Biraz iddaa, biraz da takım değerlendirmeleri olacak.

1- Hollanda - Brezilya

Bu eşleşmede ki iki takımda eski kimliklerine nazaran daha defansif bir oyun sergiliyorlar turnuvada. Bunu biraz da üzerlerinde ki baskıya ve endüstriyel futbol denilen şeyin tüm dünya üzerinde ki etkileri ile tüm takımların birbirini eleyebileceğinin verdiği korkuya bağlıyorum ben.

Hollanda Cephesi: Hollanda'nın bu sene oynadığı kadro biraz daha zayıf açıkcası. Özellikle de savunması. Grupta ki rakipleri Japonya, Danimarka ve Kamerun'la aynı kefede değillerdi ve sadece 1 gol yiyerek gruptan çıkmışlardı ama daha genç ve istekli Slovaklar karşısında savunmanın zorlandığı belliydi. Ki 3 maçta yediği 1 golden sonra 2.turda 2 gol birden yediler. Brezilya'nın gözü açık ileri uç oyuncularına karşı da zorlanacakları kesin. İleri uçta ise Van Persie yetmiyor. Özellikle de güçlü stoperler arasında kaybolup gidiyor. Huntelaar dersen, zaten yetenekleri sınırlı olduğu için doğru tercih olmayabilir derim kendimce. Fakat orta sahadan bahsetmek gerekirse, methiyeler bile dizilir işte bu konuda. Hele ki Robben ve Sneijder derseniz, susmam sabaha kadar konuşurum. Zaten bu turu belirleyecek kilit nokta orta saha sanırım. Tur şansları %40.

Brezilya Cephesi: Brezilya'nın şampiyon 2002 turnuvasında Rivaldo'nun orta saha becerisi önemliydi. 2010'da ise en büyük eksik bu. Robinho malesef istekleri karşılayamıyor. Kaka formsuz. Fabiano ise inişli çıkışlı performansıyla güven vermiyor. Elano'nun ve geriden gelen beklerin düzenlediği hücum organizasyonları, bu maçta Elano olmadan nasıl gerçekleştirilecek merak ediyorum. Yokluğunda oynayacağını tahmin ettiğim Alves'in performansıda diğer bir merak konusu. Savunmada ise müthiş bir dörtlü var. 2.tur maçında nerdeyse Şili'ye pozisyon vermeden maçı bitirdiler. Tur şansları %60.

İddaa oynayacak olsam: İlk tercihim ALT olmakla beraber, sürpriz için beraberlik.

2- Uruguay - Gana

Birçoklarına göre Uruguay'ın şuan bulunduğu konum, onlar adına bir sürpriz. Ancak ben turnuva öncesinden onların kupada ileriye doğru gideceklerini tahmin ediyordum. Şampiyonluk şansları ise yok denecek kadar az olmasına rağmen oynadıkları futbol ile yarı finalist olma ihtimalleri yüksek. Gana ise kısıtlı oyununa rağmen buralara kadar geldi. Grup maçlarında iyi oynuyorlardı ama ABD maçından turla dönmeleri tamami ile bir şansdı. Afrika'nın yeni umudu olma yolunda ki maçta gösterecekleri performans önemli olabilir.

Uruguay Cephesi: Defansta Lugano'nun önderliğinde sahaya çıkan Uruguay gerçekten de olduğu yeri fazlası ile hakediyor. Orta sahada ki oyuncuları güçlü ve takım olmak adına başarılılar. İleri uçta ise açık ara turnuvanın en formda ve en iyi ikilisi Forlan-Suarez ikilisi var.Gruptan hiç gol yemeden birincilikle çıktılar ve 2.turda da sürpriz favori G.Kore'yi elediler. ilk gollerini yedikleri maçta, izlettikleri G.Kore hiç alışık olmadığımız birtakım görüntüsü sergiliyordu. Yarı finale çıkacaklar arasında banko olarak gösterebileceğim ilk takım Uruguay. Tur şansları: %80

Gana Cephesi: Gana açıkcası kalan 8 takımdaki en sürpriz takım. Hani Afrika'dan bir takım olacak deselerdi önceden çoğunun aklına gelmezdi Gana. Özellikle de Essien'in yokluğundan sonra. Gruptan çıkmaları mucize iken ABD'yi de geçip çeyrek finale kalmaları şaşırtıcı. Ancak onlar içinde yolun sonu buradaymış diyor tur şansını sadece %20 olarak görüyorum.

İddaa oynayacak olsam: Uruguay'ın galibiyeti ilk tercih, ALT seçeneği de banko görünüyor.

3- Arjantin - Almanya

İşte çeyrek finalin asıl maçı. Açık ara turnuvanın en güzel futbolunu oynadığına inandığım iki takım. Bu maçın en belirleyici özelliği ise tartışmasız: Lionel MESSI

Arjantin Cephesi: Takım olarak aslında hiç fena değiller ancak şuana kadar gösterdikleri performans, hücumda -her ne kadar Messi Barca formunda olmasa bile- problem gözükmüyor. Zaten hücumu açacak, sıkışık maçları çevirebilecek isimler mevcut. Ancak savunma biraz kafalarda soru işareti bırakmıyor değil. Özellikle havadan oynandığı zaman araya kaçacak forvetler Arjantin kalesinde tehlike yaratabiliyor. Buna rağmen kalelerinde turnuva boyunca 2 gol gördüler. Ancak şuda bir gerçek ki Arjantin ne kadar golde yese bu golleri çıkarabilecek kadar gol atma potansiyeli olan bir takım. Messi aslında iyi oynuyor. Takım sıkıştığında filan sazı eline alıyor ama Barca'da ki performansından bir adım uzakta. Bu maçta sergileyeceği performans kuşkusuz kilit nokta. Tur şansları %50

Almaya Cephesi: Gruplar başlarken o sıkıcı futboldan bizi uzaklaştıran takım ne kadar Sırbistan karşısında az da olsa durulmuş olsada (1-0 yenik kapadılar) halen oynadıkları futbol zevk verici. 2.turda ki olaylı İngiltere maçıyla daha da bir hava yakaladıklarını umuyorum. İlerde takım beyni rolünde ki Mesut'u izlemek keyif verici.-halen neden bu adamı övüyorsunuz deniyor bir çok sosyal mecrada. Yahu adamın konusu geçerken Türkiye'nin adı da geçiyor. Bırak futbolunu nerde oynarsa oynasın. Sahada ettiği küfür bile Türkçe- Sağlam kadroları ile benim Final adayım olur kendileri. Ancak futbolda kaza kurşunları da mevcut bu açıdan tur şansları %50.

İddaa oynayacak olsam: Bu maça hayatta oynamazdım. İlla oynamak isteyenler ÜST oynasın

4- Paraguay - İspanya

Gruplarda 5 puanla birinci çıkılabilen bir gruptan gelenle, nerdeyse 6 puanla elenebilecek bir gruptan gelen iki takım karşı karşıya geliyor. Güçler denk değil. İspanya'ya doğru güç kayması var. Fakat herşey farklı olabilir.

Paraguay Cephesi: Turnuva öncesinde ve grup maçlarında sürpriz favori gösterilen takımlardandı Paraguay. Kısıtlı kadrolarıyla iyi işler becerdiler. Sahada oyunu kilitliyorlar ve rakibi adeta sıkıyorlar maç esnasında. Sonra da bu sıkkınlık halinden faydalanıp galibiyete uzanıyorlar. Bu taktik Japonya maçında pek sökmedi ama turu geçebildiler. Onlar içinde yolun sonu yavaştan görünüyor olsa da, İspanya'nın İsviçre mağlubiyeti ilham verebilir onlara. Sürprizin zor olduğunu düşünsem dahi aklıma getirmeden de edemiyorum. Fakat tüm bunlar komplo teorisi, kağıt üzerinde ki tur şansları %20

İspanya Cephesi: Felaket bir turnuva başlangıcı yaptılar. Avrupa şampiyonu unvanı onları ilk maçta rehavete soktu sanırım. Birde İsviçre'nin akıllıca taktiği. Sonradan toparlandılar buralara kadar geldiler. İspanya'nın tek eksiği Torres'in formsuzluğu. Villa ise transferinin verdiği rahatlıkla müthiş oynuyor. Torres de şu işlerden sıyrılıp gelebilseydi turnuvaya çok daha iyi olabilirdi. Torres ilk 11 de başlarsa daha zevksiz bir maç izleyebiliriz diye düşünüyorum. Ama tabi ne olursa olsun turnuva öncesi de favorim olarak duyurduğum İspanya'nın tur şansı %80.

İddaa oynayacak olsam: Torres ilk 11'de tek forvet ise İY-0 ancak bankocular için tabiki de İspanya galibiyeti.

24 Haziran 2010 Perşembe

Demokles'in Kılıcı:Almanya


Dün akşam Gana-Almanya maçını izleyebildim. Almanya'nın elenmesi tek dileğimdi. Çünkü bir turnuvada Almanya varsa o her zaman favoridir. Demokles'in kılıcı gibi diğer takımların üzerinde sallanır durur.Almanya elense, diğer takımlar bu psikolojik baskıdan kurtulup daha rahat olurlar ve biz de süprizlerle dolu bir turnuva izleriz diye düşünüyorum. Almanya'ya onursal şampiyonluk verilsin ve turnuvalara dahil edilmesin bence.
Diğer sözüm de Ömer Üründül'e. Sırbistan maçında Gana'yı yerden yere vurdu. Ahmer Çakar'ı kıskandıracak şekilde, futbolu bilseler orada pas verirler gibi laflar etti ama dün ne olduysa Gana süper oynadı. Ömer Üründül öve öve bitiremedi. Yani adamlar 3-5 günde futbolu öğrendi bir de ileriye taşıdı. Sonumuz hayrosun.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Grup Maçları #7



Dün oynanan maçlarla, grup maçlarının sonuna bir adım daha yaklaşıyoruz. Can havli ile oynayan takımlar bir üst tur için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar ve ne yalan söyleyeyim birinci maçların-Almanya maçı hariç- tümünü, ikinci maçlarınsa çoğunluğunu kapsayan yavaş ve zevksiz futbolda grup maçlarının bitimi ile bitiyor. Zevkten 4 köşe olansa bizler.

Her ne kadar adaletli gibi görünse de uzaklardan bakınca, şu aynı saatte maçların oynanma işi hiç hoş olmuyor. PIP veya PAP özellikli TV herkeste yokki arkadaş. İnsanların heyecanla beklediği Dünya Kupası zevkini neden ellerinden alırsınız hiç anlamam.

Dün için ufak bir notu daha vereyim. Akşam aynı anda oynanan iki maçta da Üründül hezimetinden uzaktık, mutluyduk, huzurluyduk. Şu spikerler de birazcık daha dikkatli olsa herşey lehimize gelişiyor diyebilirim.

*Mazlumların ahının bedeli

Daha turnuva başlamadan sevimsizliklerine sevimsizlik katmışlardı. Zaten turnuvaya Domenech'le gitmelerinin saçmalıkları konuşulurken birde turnuva devam ederken Anelka olayıyla daha da abarttılar işi ve bir deyişle kendi insanlarının bile turnuvadan elenmesini isteyen bir takım haline geldiler. Ne bekliyordu federasyon acaba bu turnuvadan? Nasıl bir başarı hedefi ile geldiler Afrika'ya? Koskoca Fransa takımını rezil kepaze ettiler Dünya'ya. Elleri boş durmayan bir ülkenin, ruhsuz futboluna karşılık gruplardan çıkmaması gösteriyor ki futbolun adaleti hakikaten varmış.

G.Afrika cephesinden benim beklentim turnuvaya renk katmaları idi fakat bunu pek gerçekleştiremediler. Kadronun gücü ortada, gruptan çıkmış olsalar dahi 2.turda elenirlerdi gibi bir görüşüm vardı benim. Futbol bu ne olacağı belli olmaz diyenleri duyuyor gibiyim ama güçlü rakiplerin karşısında fazla direnebilecek bir yapıları yok. Bunun kanıtı olarak da ortaya attığım sav, 10 kişi ve tarihinin en ruhsuz,en kötü futbolunu oynayan Fransa'ya karşı alabildikleri 2-1'lik galibiyetin hayal kırıklığı. Onlardan hafızalarda kalan tek şey sanırım vuvuzelalar olacak.

Gündüzün diğer maçı işte fotoğrafta ki yeminle başladı. Formalite maçı gibi bir maçtı ama riskliydi. Her iki takımda bir üste çıkabilecek durumdayken, yenilen goller, gelen gol haberleri ile yıkılan taraf olabilirdi. Bu nedenle maç öncesi, iki takımında birbirini zorlamadan beraberce üst tura çıkacağını tahmin ediyordum. Fakat helal olsun iki takıma da güzel bir mücadele gösterdiler sahada ve tüm tahminlerimi boşa çıkardılar. Meksika'nın gruptan çıkmasını şahsen ben istiyordum. Fakat 2.turda Arjantinle eşleşmeleri sanırım onlarında biletleri şimdiden ayırması gerektiğine işaret ediyor.

Uruguay, turnuvada iyi işler yapabileceğine inandığım bir takımdı. İlk maç dahil oynadıkları futbolda, sadık kaldıkları sistemleri ve takım gibi oynamaları göze çarpan ufak detaylardı onlar adına. 2 galibiyet, 1 beraberlik aldıkları gruptan 1.likle bir üst tura çıktılar ve rakipleri B grubunun 2.cisi G.Kore oldu. Bu eşleşmeden galip gelecek tarafın Uruguay olduğuna inansam da Kore'nin hızlı oyunun bir sürpriz yaratabileceğini de göz ardı etmemek lazım. Yazının devamında deyineceğim ama yeri gelmişken söyleyeyim. Nijerya karşısında, rakibine karşı daha üstün gibi bir takım görüntüsü çizseler bile yedikleri 2 gol iyiye işaret değil. Özellikle Uruguay'da ki Forlan, Suarez gibi fırsatçılar başlarına bela olabilir. Birde duran toplardan buldukları gollerin sayıca fazlalığı Uruguay'a işlemeyebilir. Defansta Lugano gibi duran toplardan çok can yakmış bir oyuncu var. Zevkli bir mücadele olabileceğine inanıyorum.

*Son nefesle olmuyor;hep son nefes gibi olmalı

Gece maçlarında ise kora kor oynanan Nijerya-G.Kore maçı damgasını vurmuş gibiydi. Çıkacak her farklı sonuç için değişen grup sıralamasını etkileyen maç hakikaten de zevkliydi izlerken. Her iki takımda mücadeleyi bırakmadı. Taktikler bozuldu belki, sistemleri de yansıtamadılar belli bölümlerde belki ama izlerken ben büyük zevk aldım. Nijerya aslında kötü bir takım değil ama eski Nijerya gibi de güçlü değiller. Eğer gruptan 2. çıkacak takım olmayı kim hakketti diye sorarsak bir çoğu bunu G.Kore'nin hakettiğini söyler. Bu açıdan gece maçlarında da başta belirttiğim gibi futbolun adaletli çarkı dönmeye devam etti. İkinci turda işinin zor olduğunu söyledim Kore'nin. Neler yapabileceklerini merakla bekliyorum.

*Litaretüre ekleyelim: "Maradona Sistemi"

Öncelikle şu konuya değineyim. Maradona kenarda kendine doğru gelen bütün toplara koşarak toptan kopamıyor. Açıkcası her Arjantin maçında dikkat ediyorum ve bu bana büyük zevk veriyor. Sanki izin verilse, formasını geçirip sırtına, sahaya girecek ve yine harikalar yaratacakmış gibi bekliyor sanki. Pusuya yatmış bir kurt gibi tilki gibi. Her fırsatta da gol sevinci yaşar gibi atıyor kendini yerlere. Onun bunun üstüne zıplıyor. Kucaklıyor yardımcı antrenörleri, masörleri, oyuncuları. Süpersin be Maradona. Hayranlığım kat be kat artıyor sana.

Arjantin'in kadrosu gerçekten müthiş. Sahaya çıkan her oyuncu yıldız niteliğinde. Fakat öyle bir isim var ki kadroda herkes saygısını bir kaç daha arttırdı bu turnuvada: Juan Sebastian Veron. 35 yaşında ki oyuncu 20liklere taş çıkartacak bir oyun sergiliyor. Efendiliğinden tutunda, hem kişisel hem futbol adına karakterine gıpta ile baktığım müthiş bir oyuncu. Turnuva da Arjantin adına Maradona'dan sonra en beğendiğim ikinci figür Veron.

Maradona, 23 kişilik kadroyu açıkladığında bir çok kesim tepki göstermişti. Zanetti'yi, Cambiasso'yu kadroya almadığı için. Sistemi nasıl oturtacağı da merak konusu idi. Orta sahayı güçlü tutmak için nasıl bir sistem olacağını bekliyorduk ki takım ilk maçtan beri neredeyse 5-0-5 taktiği ile oynuyor. Birde bunu 90 dakikanın çoğuna sığdırıyorlar. Hücum sırasında geriden beklerde hücuma destek vermesine rağmen grup maçlarında 1 gol yediler sadece.

Tek maçlı sistemlere geçtik artık A ve B gruplarında ki maçların bitimi ile. Bu maçlarda yapılacak her hata pahalıya mal olabilir takımlara. Bu açıdan Arjantin, kaza kurşununa denk gelir mi bilinmez ama Maradona'nın bu sistemi, iler ki yıllarda çok konuşulacak.

NOT: Herkesin tatile ihtiyaç duyduğu bu günlerde, bende h.sonunu fırsat bilip 2 günlük kısa bir tatil yaptım. Bu nedenle Grup Maçları yazılarım aksadı. Bu konuda ki anlayışınız için tüm okurlarımızı teşekkür ederim.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Savunmasız keyifli futbol...



Bütün gün yolculuk yaşadığım için tek seyredebildiğim maç Kamerun-Danimarka maçı oldu. Aslında gün içinde oynanan maçların skorlarını öğrendiğimde de çok fazla bir şey kaçırmadığımı düşündüm.. Ancak, Ayvalık ta babayla yemekte içilen bikaç duble rakının yanında gidebilecek en güzel mezeydi bence Kamerun ve Danimarkanın maçı... İki ülke de savunma anlayışını hatta orta saha disiplinini bırakıp yalnızca gol atmak için oynayınca, ortaya seyir zevki yüksek, heyecan verici, rakının tadına vardıran bir maç çıktı ortaya.. Danimarka 2-1 kazandı ama, sanki Kamerun da 3-2 kazanmış olsa kimse şaşırmazdı.. Bu gecelik malesef bu kadar... Malum keyifli bir Ayvalık akşamı..

18 Haziran 2010 Cuma

Grup Maçları #6


Yeni tur yeni şans diye bir laf vardır. Genelde kumar tabiri olarak bilinir ancak bu sene Dünya Kupası için bu tarz bir cümle kurabiliriz: "İkinci tur, oh be".

Gruplarda ki ilk maçlarda takımların bir çoğu ilk iki sıra için tedbirli oyun oynamış, buda bizi oldukça sıkmıştı. Ancak ikinci maçlar başladı artık ve bu turda kazanan bir üst tur için büyük şans yakalayacağından herkes tedbirin yanında hücuma yönelik oyun oynadığından seyir zevki bol mücadeleler izlemeye başladık. Ne güzel, ne güzel, çok mutluyum bu durumdan. Fakat ofis için yazdıklarım halen geçerli.. :(

* E yani higuain, sen busun!

Arjantin-G.Kore maçında, ilk oynanan maçlara bakarak Kore'nin sürpriz bir sonuç almasını öngörebilirdik. Ama kağıt üzerinde ki Arjantin üstünlüğü maça da yansıdı. İzleyenlerin bir çoğuna ise nerede o Nijerya maçında ki Kore dedirttiler. Fakat bunda Arjantin'in kusursuza yakın bir top oynaması da rol oynadı. Kusursuz dediysek de kurulan taktik ve yıldız oyuncuların performansıdır kusursuz olan. Gol atamasa da Messi, özellikle ikinci yarı sazı eline aldı diyebiliriz. İlk maçta ve ilk yarıda saç baş dolduran Higuain'de yaptığı hat-trickle kendine geldi. Arjantin'in Dünya kupalarında hat-trick yapan 3. oyuncu oldu bu performansıyla.

Maçın koptuğuna inandığım dakikadan itibaren benim için en büyük eğlence, yedek kulübesine doğru gelen her topa Maradona'nın özellikle koşarak, topu ayağıyla oyunculara vermesi oldu. E zor iş tabi, efsane oyuncu olup da kenardan maçı izlemek. Çok hoştu bence :)

Dikkatimi çeken diğer bir Maradona farkı da maçtan önce koridorun başında bütün oyunculara sarılarak başarılar dilemesiydi. İşte her sektörde doğruluğu kesin olduğuna inandığım çekirdekten yetişme idareci tipi. Forza Maradona...

*Çok farklılar

Yunanistan Nijerya karşısında, ilk maçtan çok daha farklı, daha derli-toplu bir görüntü çizdi. Rehhagel, oyunculara iyi bir fırça çekmiş olmalı ki, herkes görevini elinden geldiğince yapmak için elinden geleni yaptı.

İki takımda gergindi aslında sahanın içinde aynı gruptaki dağılımın verdiği gerilim gibi. Bu gerginliği en aza indiren bu maçtan puan yada puanlar çıkaracaktı, öyle oldu denilebilir aslında. İlk golü bulan Nijerya'lılar gerilimi bir seviye daha artırınca kırmızı kart geldi, goller geldi giden en azından 1 puan oldu. Son maçında Arjantin'e nasıl dayanır Yunanlar bilemiyorum, tahminim odur ki Arjantin onları da geçer. Nijerya'nın ise son maçını averaj olarak avantajlı bir skorla Kore'yi yenerlerse ikincilik şansları var. Öyle bir grup dağılımı oldu B grubunda. Ancak G.kore, Nijeryadan alacağı puan/puanlarla Arjantin'le kol kola üst tura çıkar.

*Henry'e selam olsun...

-Unutamıyorum şunu bir türlü-

Gecenin kapanış maçında birçok kişiye göre sürpriz olan ancak benim çok da şaşırmadığım bir Meksika galibiyeti çıktı. Meksika, geriden ağır kalsa da aslında iyi futbol oynuyor. Gio'nun yarattığı pozisyonlar da onların gol bulabilmelerini sağlıyor. İleride ki becerileri biraz daha iyi olsa ilk maçı da 3 puanla kapayabilirlerdi.

Maç için nasıl yazsam diye düşünüyorken, internet üzerinden yazarımız Pascal'la konuşuyordum. Maçı bir kritik edelim haydi dedim. Karşılıklı bir kaç fikirleşmeden sonra üç aşağı beş yukarı aynı kanaate vardık.

"Kadroda bulunan Fransız oyuncuların bir çoğunun kökeni temelde Fransa'ta dayanmıyor, ki bir çoğunun ataları Fransız sömürge ülkelerinden gelme. Peki böyle adamdan ne kadar Fransız ruhu (Zidane ruhu) bekleyebilirsin ki?

Hadi diyelim ki ruhsuz oynuyor ama yetenekli bir oyuncu. Seni şöyle yada böyle götürür bir yerlere. Peki ya federasyonun yaptığının adını koyabilen var mı? Yahu elle, kolla, bacakla, kafayla, kısaca öyle yada böyle, şu dünyada en sevdiğim ülke takımını saf dışı ediyorsun. Dünya Kupası'na katılıyorsun. Takımın başında Domenech. Sonra yapılan açıklamalara bak, 'DK'nın ardından Domenech gidecek yerine Blanc gelecek.' Yahu yazıktır günahtır. Biz izleyenleri boşver ama fransız halkına da yazık. İnsanların umutları ile oynuyorlar. "

Şimdi beri gelin siz söyleyin sevgili okuyucular. Domenech yok, sömürgecilik çok. Siz Fransa milli takımında olsanız ne kadar ruhunuzu ortaya koyup oynardınız? Tarihi başarılarla dolu olan bir takım anca bu şekilde madara edilir ele güne.

17 Haziran 2010 Perşembe

Grup Maçları #5


Kupa'da grup maçlarında ilk turun bitip 2. tur maçlarının başladığı günü yaşadık. Sonunda bu gün bizi biraz daha heyecanlandırabildi. Gerek Şili, gerekse de Hitzfeld'in İsviçre'si düne damga vurdu. Tabi bizim futbol zevkimizde tavandaydı.

*Yine Şili'lendi, Afrika Yolları

Almanya maçından beri aslında bu kadar güzel maçı ilk defa 14:30 maçında yakaladık. Şili, Honduras karşısında şahlandı adeta. Tüm Dünya'ya şu mesajı verdiler, "Biz top oynuyoruz arkadaş!". Onlar hep ama hep oynasınlar. Bizde onları keyifle izleyelim.

Grupta maçlar öncesi şöyle tahminler yürütülüyordu. İspanya açık ara birinci olur. 2.lik içinse Şili ve İsviçre yarışır. Bu yarışta da Honduras maçları önemli rol oynar. Eğer her ikiside Honduras engelini makul seviyelerde aşarlarsa, çıkarlar er meydanına kozlarını paylaşırlar gibi planların Şili kısmı tutarken, diğer taraf da çuvalladı. Honduras'ı küçümseyenler ise çok yanılıyorlar açıkcası. Bu maçta orta seviye performans gösteremediler ama kısıtlı kadrolarına rağmen kalan 2 maçlarında bir sürprize imza atabilirler. Şili'de ise Alexis Sanchez öne çıkan isim oldu. Heyecanından birçok topu kendi kullanmak istemese Şili'den bir Alman tarifesi görebilirdik Honduras'a. Açıkcası çokda şaşırmadığım bir sonuç oldu ve maçın genel görüntüsü ise biraz beni şaşırttı. Honduras iyi bir takım değil, Şili ise genç ve heyecanlı. Gelecek turlarda Şili'yi görmek heyecan katacaktır turnuvaya.

*Bazen istatistik hiçbirşeydir

İstatistiki üstünlük malesef futbolda sökmüyor. Basketbolda olsa istatistikleri üstün olan taraf maçın mutlak suretle kazanını olur ancak futbol sadece futbol değildir ve istatistiklerle oyun kazanılmaz. Kanıt mı istiyorsunuz? Fotoğrafa dikkatli bakın o zaman.

%75 topla oynama oranı, rakip takımı 11 kişi ile savunmaya zorlamak, yıldız oyuncu değil yıldız oyuncu"lara" sahip olmak bile bazen kesmiyor. Bu maçla ilgili konuşurken yazarlarımızdan sevgili Pascal bu maçı kritik etmek istedi. "Benim anlatacaklarım var" dedi bende topu göğsümle kontrol edip, pasımı ona atıyorum.

*Çocuğum Forlan olsun istiyorum

Gecenin son maçına şöyle bir giriş yapalım; İşte gün gece ki keyifleri tavana vurduran maçta ki gollerin müthiş kareleri.

Rakibin sırtına çarpması mı, yoksa Jabulani'nin estetik yapısı mıdır bilmiyorum ama sonuç olarak müthiş bir gol oldu.

Kimilerine göre penaltı, kimilerine göre ucuz bir düdük. Fakat yine sonuç Forlan...

Gecenin yıldızı Forlan'dan Suarez'e müthiş bir top, Suarez'den de aynı incelikte bir orta, Pereira'ya sadece golü yapmak kaldı.

Gecenin yıldızı kuşku yok ki önce Forlan'dı ardından da Suarez. Forlan'ı izledikçe bir oğlum olsun istiyorum ve oğlumun aynı Forlan gibi olsun diye özeniyorum resmen. Turnuvanın sahibini, kaba bir tabir ile madara ettiler sahada. Afrika sadece uzaktan birkaç şut vurmak dışında hiçbir etki gösteremedi. Uruguay maçı nasıl istiyorsa öyle kontrol etti ve bitirdi. Hatta bir 3.gol ilerki günlerde ki averaj sıkıntısına karşın atılmak istendi ve atıldı da. Baştan sona Dünya Kupası maçı oldu. Afrika'nın işi artık şansa bile kalmadı bence. Bunu da ekşi sözlükten bir girişle süslemek istiyorum. "Uruguay, Güney Afrika'yı evine gönderd... Bi dakika, Noluyo lan!" :)
Son olarak da bu maça yönelik bir kaç anekdot payalaşayım.
-Afrika, Uruguay maçıyla, bu maça kadar ki 14 maçlık yenilmezlik serisini kaybetti.
-Uruguay ise Afrika galibiyeti ile 17 maçtan sonra kazandı.
-Uruguay 1954'de ki 7-0 lık Meksika maçından sonra ilk defa en farklı skora ulaştı.

15 Haziran 2010 Salı

Grup Maçları #4


Ofiste çalıştığım için ve ofis malesef bana ait olmadığı için 14.30 ile 17:00 maçlarını internet üzerinden ofiste saklana saklana, diken üzerinde, "aha geliyor, yok yok gelmiyormuş" şeklinde izliyorum. Tabi buna çalışanların beni görüp görmeme durumu da dahil. Bu benim yaptığımda zanaat olabilir pek de. Birde o sıkıcı futbol benim tüm bu sıkıntılarımı ikiye katlamıyor mu? İfrit olduğum yerde buradan beri geliyor. Neyse böyle böyle grup maçlarından sonra zevkine varacağımız teoremini attım gitti.

*Klasik 1-0'cılık işe yaramadı

Slovakya, ben dahil bir çok futbolseverin sürpriz adayı. Şahsen, bir iki tane Slovak arkadaşımın oluşu beni daha da bir Slovak'cı yapıyor. Ancak bizim bütün beklentilerimizi boşa çıkarırcasına bir görüntü çizdi Slovaklar. Kupa genelinde hakim olan "atıp-yatma" hissiyatina fazla kapılmış olmalılar ki grupda ki konumlarını zora soktular.

Bizden Slovaklara da gözlerimizi dikmiştik maç esnasında. Vittek,Sapara,Holosko, yeni transfer Stock gibi. Ancak 80 dakika sadece Vittek'i izleyebildik. Tek golü de kaydeden Vittek'di. Maçın genelinde "Slovaklar topa çok hakimdi, kontrolü elinde tuttular" diyemeyeceğiz malesef. Çünkü maç Yeni Zelanda'ya nın zayıflığı açısından bakarsak maç, Slovakların aleyhinde oynandı. Zayıf rakibine karşı en az 2 fark atar dediğimiz Slovak'lar, bir deplasman takımı gibi oynadı. İlk yarının çoğu bölümünde neredeyse 11 kişi savunma yapıyorlardı. İkinci yarıda gelen golün üstüne yatmaya çalışınca da son 10 dakikada artan baskıya karşı gelemediler. Ben istiyorum ki onları bir üst turda da görelim. Fakat bu beraberlik sanırım en çok Paraguay'a yaradı.

*Dersimiz Ronaldo

Sıkıcı futboldan şikayet ediyoruz belki haksızca ama Portekiz-Fil Dişi maçında da bundan şikayet etmemizi sağlayanlar, yani sahada ki futbolcular da ayıp ediyorlar. Kadrolara bir bakarsanız kimler yok ki. Ancak futbol adına da pek bir şey yok diyebiliriz. En azından Portekiz'de.

Maçta futbol oynamayı değil, çirkeflik yolunu seçen Portekiz'lileri resim iyi tamamlıyor açıkcası. Ne organizeler, ne de futbol oynamak istiyormuşcasına sahaya çıkmışlar. Yani ne hanya ne konya. Fakat fildişi yine de kötünün iyisiydi. Verkaçlar, ara paslar, defansın arasına koşular. Maçta, Portekiz değil ama fildişi zevk verdi bana. Akşam ki Brezilya maçından sonra da fildişi-brezilya maçı için heyecanım arttı.

Ronaldo çok tartışılıyor, milli takımda yapamadıklarıyla. Dün bir yorumcu TV'de şöyle bir yorum yaptı bu konuda. "Nedenini açıkcası bulamıyorum. Hem milli takıma hemde Ronaldo'nun kulübüne bakıyorum, milli takımda ki partnerleri çok daha iyi. (Eskiden) Quaresma,Deco filan bunlar çok iyi, teknik kapasiteli oyuncular. Peki başarı neden gelmiyor? İşte burada tıkanıyorum" şeklinde bir şeydi. Bu görüşe çok katılamıyorum. Bunun doğru gelen tek tarafı başarının gerçekten gelmediği. Kendimce nedenini de Ronaldo'nun şımarıklığını bağlıyorum ben. Sahada çizdiği görüntü, "bu takım bana muhtaç" hissiyatı veriyor bana.

*Aman diyeyim Dunga!!

Gecenin son maçı ise hem ilk yarısı hemde ikinci yarısı ile gerçekten güzel bir maç oldu. İlk yarı, turnuvanın açık ara en zayıf takımı Kore'nin korkusuzca müthiş direnişini izledik. Kaybedecek çok fazla birşeyleri olmaması ile brezilya kalesine doğru ataklarla oynadılar. Fakat teknik kapasiteleri ölçüsünde çizgiyi aşıp bir gol bulamadılar. Bulsalar idi bugün herşey daha farklı olabilirdi. Brezilya ise ilk yarıya hem konsantre olmadan hemde "biz her türlü yeneriz, azıcık takılalım" tarzında bir kafayla çıkmışlar. Bu onlara pahalıya mal olacaktı ki devre arası imdadlarına yetişti. Dunga'nın her ne kadar görüntüsü itibari ile sert mizaca sahip olmasa da, soyunma odasında güzel bir fırça çekmiş olacak ki, müthiş bir brezilya başladı ikinci yarıya. Üründül'e turnuva boyunca tek katıldığım yorum geldi sanırım kendisinden. Hakikaten gol yahut goller bulacağı o kadar belliydi ki Brezilya'nın. Öyle de oldu. Sağdan bütün bir yarı bıkmadan bindirme yapan Maicon, kalecinin yanlış önsezisini iyi değerlendirip, güzel bir gol buldu.

Ardından maç boyunca birazcık boş işlerle uğraştığına inandığım Robinho, beni aşağılarcasına attığı harika pası Elano, yaptığı gol vuruşu ile gönlümü bir kaç kat daha fethetti ve yine ilk yarıda ki Brezilya'yı izledik ardından. "Zaten 2-0 yahu Kore 2-0'dan bize karşı 2-2 mi yapacak" . Ama ilk yarıda ki Kore tekrar geldi ve az kalsın kabusu oluyorlardı Brezilya'nın. Zayıf Kore'ye karşı oynanan bu oyunu ben pek kriter olarak almıyorum. Brezilya için turnuva asıl Portekiz ve Fildişi maçları ile başlayacak.

Grup Maçları #3



Dün oynanan 3 maçla devam etti Dünya Kupası. Etmesine etti ama içimizde ki o sıkılgan ruhu malesef çözemedi daha takımlar. Almanya maçının bir seviye altı bile olsa dahi o kadar zevkli maçlar izleyemedik. Özellikle de gece maçı İtalya-Paraguay ile başlamasından korktuğum "düşük tempolu gece maçları seremonisi" umarım öngörümün tam tersi yönünde devam eder.

*Klasik gündüz sendromu

Biz oyun temposunun artmasını bekledikçe takımlar daha sakin ve temposuz oyun oynamak için kupanın temposunu düşürüyorlar. İşte dönüm noktası dediğimiz Hollanda-Danimarka maçı da bu seviyede bir oyunla geçildi. Toplamda 20~25 dk. tempolu oyun izleyebildik.

İlk yarı, Kuyt'la, Wiel'le, Sneijder'in bir kaç frikiği ile geçildi. Her iki takımda birbirini tanımaya, özellikle Danimarka "kazanmalıyım" değil de "nasıl kaybetmem" mantığında oynadı. Ancak ikinci yarının hemen başında Danimarka adına sahanın en iyilerinden olan Simon'un uzaklaştırmaya çalıştığı top, ters yöne gidip Agger'e çarparak filelerle buluştu. Ardından maçın Hollanda adına en iyi oynayanlarından Elia'nın gönderdiği topa atılan şutun direkten dönmesi ile tamamlayan Kuyt skoru belirledi. Robben'in yokluğunda kazanılan her maç büyük bir avantaj Hollanda için. Yokluğunu Elia doldurabilir. Bu durumda da Kuyt, Robben'in mevkini tamamlamak zorunda kalmadan kendi mevkinde daha rahat oynar kanaatimce. Danimarka ise yaşlı kadrosu ile kanatlardan gelen cılız topları değerlendirme taktiğinde direnirse zaten çok az olan şanslarını iyice azaltırlar sanırım.

*Avantaja dönüşür mü?

Oynanan oyunlar bizi o kadar etkilemiş ki artık yorumlarımızda topa sahip olanın üstün taraf olduğunu kabullenmişiz. Bu kanıya bu maç için ne yazsam diye düşünürken vardım. Aslında gelenek olan temposuz oyun vardı sahada ama topa daha fazla sahip olan Japonya, bu görüntüsü ile bize üstün tarafmış gibi göründü.

İlk yarı topun kontrolü Japonya'daydı genel açıdan. Sağdan kesilen ortaya savunmanın hatası ile boşta kalan ve "doğru yerde doğru zamanda" teoremini destekleyen Honda tamamlayarak skoru lehlerine çevirdi. Golün ardından skoru korumaya yönelik atılımlarını başlatan Japonlar'a karşı takımın yıldızı Eto'o eşlik edecek herhangi bir oyuncu olmayınca yenilgide kaçınılmaz oldu. Özellikle de Eto'o'ya nazaran daha sade yetenekleri olmasına karşın takımda iyi işler başarabilecek Emana ve İdrissou gibi isimlerde kenarda olunca, Eto'o tek başına beraberlik için bile az kaldı.

*74'den sonra ki yağmurlar

Gecenin son maçı, son şampiyon İtalya ile kupanın sürpriz takımlarından Paraguay arasında oynandı. 1974 Dünya Kupasında yağan yağmurlardan sonra, yağmurla dolu bir gece geçirdik. Özellikle İzmir'in nefes bile aldırmayan sıcak gecesinde bizi serinleten sade ve sadece yağmur oldu.

Maçı izlerken kendimi Dünya Kupası maçı izliyormuşum gibi hiç ama hiç hissedemedim. Diğer maçlarda en azından o lanet olasıca sesi ile Vuvuzelaların oluşu belki bir nebze o havayı yaşatırken, yağmurun da etkisi ile vuvuzelaların susuşu ve oyuncuların nerdeyse oynamama istekleri tam bir lig maçına döndü maç. Yanı en azından benim için. Paraguay'ın formasına Athletico Madrid'i andırınca kendimi bir an La Liga macı izliyormuş gibi hissettim. Aureliano Torres'in maç boyunca kazanılan duran topları ters ayakla kesmesi önemli idi Paraguay adına. etkili ortalar attı ve birinde de golü buldular zaten. İtalya'da ise Pepe adından bahsettirdi. Her hücumda parmağı olduğu gibi gol atağına da parmağını sokmayı ihmal etmedi. Ancak turnuva öncesi Cannavaro'nun ısrarla favori gösterilmesi adına açıklamalrı kendisinin performansı ile örtüşse de takımla malesef örtüşemedi. Süpriz grup olarak nitelendirdiğim gruptan İtalya çıkamayabilir. Ve onların kabusu da Slovakya olabilir.





13 Haziran 2010 Pazar

Grup Maçları #2



Vuvuzela, vasat futbol, zevksiz geçiyor sesleri artmaya başlamıştı ki Panzerler lakaplı Almanya, aslında herşeyin daha yeni başladığını müjdeledi bizlere sağolsun.

2. günde de Jabulani mi kaleciler mi tartışması

Günün ilk maçında karşı karşıya gelen Cezayir - Slovenya maçı aslında ilk iki günün zevksizliğini devam ettirdi. Açıkcası Dünya Kupalarının tüm olumlu yanlarının yanında bir festival olduğunu savunan biri olarak, oynanan futboldan maalesef bende pek hoşnut değilim. Mourinho'nun dünyaya hediyesi, "Güzel futbol diye bir şey vardır ama kazanamadığınız sürece konuşulan o güzel futbol olmayacaktır." düşüncesi 2010 Dünya Kupası'na da bulaşmış durumda. Dünya Kupası, şu an yerkürede oynanan en büyük turnuva ama bunu kazanabilmek adına da futboldan feragat etmek kanımca çok yanlış.

İşte tüm bu düşünceler akıllardan geçerken, düşüncemize tuz-biber eken bir maç oldu günün ilk maçı da. Mücadele ve güzel futbol tabirlerinden çok uzakta, futbol adına vasat denilebilecek bir seviyede oynanan maçta, dün Green'in başını yakan Jabulani, bugün de Chaouchi'yi yaktı. Ancak kusurun, topda değil, tamamen kaleci hatası olduğuna inanıyorum. Slovenya, grupta kanımca ABD ile ikincilik mücadelesi verecek ama bu oyunla ABD ile baş etmeleri zor. Her ne kadar grupta şuan birinci konumda bulunsalar da.

*Hayal kırıklığı

Turnuvanın en genç takımı(24.1) olan Gana, Sırbistan karşısında, kazanma şansı hiç olmadığı halde oynadığı futbolla göz doldurdu açıkcası. Gecenin son maçında ki performansını referans alırsak Avustralya karşısında da iyi bir futbolla puan/puanlar alabilecek bir performans grafiği çizdiler.

Özellikle Asamoah kardeşlerin oynadığı futbol gerçekten de takdir edilesi idi. Sırbistan ise büyük hayal kırıklığı ile kapadılar. Bu maçtan sonra grup maçları bitimine takımın uçak biletlerini almış olmaları, onlar için -ucuz uçak bileti- için gösterilebilecek tek avantaj. Yugoslavya ekolünün yanlış tarafını örnek almaları ise çıkarılabilecek tek ders. Artık güzel futbol oynarak kazanmayı öğrenmeliler.

*Özil gerçeği

Gecenin kapanış maçı ise izleyenleri büyüledi. Panzerler, turnuvanın başladığını hatırlattı bize adeta. Çok klasik ancak, turnuvaya katılamadığımız için, gerek Türk kökenli, gerekse de Süper Lig'de oynayan oyuncuları pür dikkat izliyoruz. Ancak bu gece Mesut bizi öyle bir imrendirdi ki...

Almanya'da büyük ilgi gören Özil, bu ilgiye karşılık taraftarlara hediyesini bu gece altın örtüler içerisinde verdi. Almanya milli takımının lideri rolündeydi. Takım savunmadayken Klose'ye yakın, hücumdayken ise orta sahaya yakın oynayarak, bir orkestra şefi misali takımı yönetti. Bu işin de üstesinden müthiş geldi. İlk yarıda kullandığı 21 pasın 17'sini isabetli ve ileriye yönelik kullanmış olması sanırım onun oyunun kısa bir özeti. 3. golün asistini yaparken ki savunmanın arasına yaptığı koşulara da takım çok alışmış. Bunu maç içerisinden çok defa denedi. Sonucunu da yaptığı asistle aldı. Marş okumaz, küfrü basıverir. Alman mayası ile yoğurulan Türk hamuru o.

Bu gece hakikaten de Almanya bize "Oh be" dedirtti. Komplo teorim odur ki Ballack oynasaydı belki bu kadar hızlı ve yüksek yüzdeli pas oranı ile oynayamayabilirlerdi. Tabi yıldız Ballack olacaktı ve Özil'de geri planda kalacaktı. Sevinmiyorum Ballack yok diye ama Almanlar bu oyunu oynayacaksa, varsın olmasın. Özellikle Klose-Podolski-Müller-Özil uyumu turnuvaya damga vurabilir. En azından bu gece ki verkaçları, geceye damga vurdu denebilir.

3.gün geride kalırken, tarihte ilk defa, oynanan üç maçta da kırmızı kart gösterildi. Ancak Cahill'e gerçekten de yazık oldu. Turnuva öncesi yıldızı parlayacak oyuncular arasında gösterilen oyuncu, talihsiz bir kartla hayal kırıklıkları arasına girecek sanırsam. Meksikalı hakemin hatırlanmak istemesinin kurbanı oldu da denedebilir. Avustralya'nın macerası galiba çok kısa sürecek.