Stoper durumu da en büyük sorun
-
Abdülkerim Bardakcı'nın sakatlık durumu hiç iyi olmadı. Ben bu yazıyı
yazdığım sırada "şüphe" üzerinden yürüyordum, umarım çok ciddi bir hadise
yoktur. ...
30 Nisan 2010 Cuma
1 mayıs ve Futbol
Milliyet'in haberine göre Süper Lig'e çıkmayı garantileyen Karabükspor'lu futbolcular da Taksim meydanındaki kortejde yerlerini alacaklarmış. Kulüp Başkanı'nın aynı zamanda Çelik-İş sendikası başkanı olmasında da bu işin parmağı olduğu açık. İskenderun Demirçelik Spor'da gelecekmiş. Darısı Adana Demir Spor'un başına. Futbolu güzel kılan şeylerden birisi de ardındaki böyle hikayeler. 1 Mayıs kutlu olsun.
Gereksiz not: 1 Mayıs aynı zamanda Pascal'ın ehliyetini aldığı gündür:)Ehliyetinin bilmem kaçıncı yılını çok içip, ehliyeti kaptırarak kutlamaması gerektiğini hatırlatayım.
29 Nisan 2010 Perşembe
Yazık Bize!
1977 'nin hangi kara günüdür bilmiyorum ama işte o gün bugünlerin geleceğini görebilseydik sanırım her şey daha farklı olurdu. Dün gece ki, Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş karşılaşması ve daha nicelerinin, zihinlerimizde kalanları çok daha farklı olabilirdi. Evet her şey 1977 yılının kara bir gününde oldu. Bundan etkilenenlerse biz 80'ler kuşağı olduk malesef.
Spor spikerliği kolay iş değil açıkcası ama kimsenin de spikerlik yapacağım diye diğer insanların futbol zevkini elinden almaya hakkı yok. Nasıl olur da bir spiker, Barcelona-Inter maçı gibi bir maçta, hem Iniesta'nın sakatlığından haberdar olup hem de sahada olduğunu zanneder ki?? Dünya'nın en az 100 ülkesinde canlı yayınlanan bir maçı, sanırım bizim kadar berbat izleyen bir başka ülke yoktur. Spikeriyle yorumcusuyla Star TV'yi bu atamalardan ötürü kınıyorum.
33 yıl öncesine dayanan bu ızdırabın başlangıcının önüne geçemedik. Burdan yetkili kimse sesleniyorum. Bizim zevkimizi hunharca yok edenleri artık yok etmenin vakti geldi de geçiyor bile. Gereğinin yapılmasında geç bile kalındı ama zararın neresinden dönsek kardır, artık bitsin bu ızdırap...
Cüneyt Çakır
Dün gece ki Barcelona-Inter maçının hakemi Frank De Bleeckere, sonuca hatta şampiyonaya etki edecek bir kararın altına imza attı. Maç, Inter'in 10 kişilik savuması ile iyice kısırlaşmışken, Pique'nin golü ile umutlanan Barca, yırtıcı futbolunu bir vites daha yükseltmiş, tur için elinden geleni yaparken, ceza yayı üzerinde, oyuncular birbirine çok yakın durumda ve top karamboldeyken hakemde pozisyona çok yakındı ve elle oynamayı görerek pozisyonun ardından gelen Bojan'ın golünü iptal etti. Kolay değil 85-90 bin Barcelona taraftarı önünde, avuçlarında tuttukları tur şansını almak.
Bugün ise Cüneyt Çakır, UEFA Avrupa Ligi'nde Fulham-Hamburg maçını yönetecek. Avrupa arenasında kalan tek temsilcilerimiz hakemlerimiz malesef. Dün gece ki maç gibi futbol adına ne kadar olumlu bir maç geçeceği bilinmez ancak, hakemimizden, Bleeckere kadar soğuk kanlı ve sağduyulu bir yönetim bekliyoruz.
Başarılar Çakır...
28 Nisan 2010 Çarşamba
Akılcı vs Total Futbol
Aynı haftada iki güzel maç olmuyormuş. Barcelona dedik İnter dedik. Ama Galatasaray-Bursaspor maçını tercih ederim. Birkaç zamandır aklımı kurcalayan soru şu; akılcı futbol mu yoksa hücumcu futbol mu? 10 kişi de olsan kapanmak mı? yoksa her daim saldırmak mı? Yönetici isen teknik direktör isen tur geçmek güzel ama ben gibi seyirciysen, keyif almanın peşindeysen de atak futbolu izlemek, bol pozisyonlu,heyecanlı futbol izlemek güzel sanırım. Zamanında Manchster City-Arsenal maçında City nin 1-0 kazandığına şahit olmuş ve mavilerin inanılmaz defans oyununundan keyif almıştım. Şüphesiz İnter seyircisi de keyif almıştır. Ama tv karşısında ben sıkıldım. Galatasaray-Bursaspor maçı 0-0 bitti belki ama keyif verdi. Karar veremedim. Ama şunu biliyorum, Ahmet Çakar zihniyeti için Guardiola futboldan anlamıyor! Hadi hayırlısı...
26 Nisan 2010 Pazartesi
Sabaha Karşı Cihangir
Blogu boşladık şu zamanlar. Tamam sevdiğimiz için yazıyoruz ama bazen bilgisayar görmek istemiyor insan. Bu tatil de o anlardan biri oldu. Bu şehirden ayrılıp da bir nefes almak nasip olmadı ama çevremizdeki güzellikleri yeniden keşfetmek güzeldi..
Cihangir Camii'nin avlusundan sabah 6 suları;
Öğlen saatlerinde de aynı yere gitmiştim ama sabaha karşı 23 Nisan coşkusu yerini huzura bırakmıştı..
Bir tatil de böyle geçti..
Cihangir Camii'nin avlusundan sabah 6 suları;
Öğlen saatlerinde de aynı yere gitmiştim ama sabaha karşı 23 Nisan coşkusu yerini huzura bırakmıştı..
Bir tatil de böyle geçti..
Bu mu tatil?
Noldu yani şimdi? Tatil mi bitti? 23 Nisandı, 3 gün dinlenecektim, Ayvalıka atmıştım kendimi.. Kasımpaşa Fenerbahçeyi yenecekti, Galatasaray Bursayı.. Ortalık kızışacaktı.. Yılmaz Hoca, herşeyi yapıyordu da, Fenerin hiç şansı yoktu da, vs.. Bir korner, o sıralarda atılan sayısız kornerlerden birisi.. Bu hafta kazma küreği alıp, kendini dağlara vuran -ki ona yakıştırdığım yer orasıdır- Bilicanın yerine oynayan G.Antepten sansasyonel alınan Bekir vurdu kafayı.. Süper Lig toz duman oldu.. Galatasaray ve Bursa da birbirlerine gol atamayınca, lider olan Fenerbahçenin puan kayıplarını bekleyeceğiz dedi Ertuğrul Hoca.. Rıza Çalımbayın takımı Eskişehirspor, Bursasporun kardeşi Ankaragücü, kupa finalindeki rakip Trabzonspor.. Bu üç maçı da kazanma ihtimali bence çok düşük Fenerin, tabi Bursanın Anadolunun güçlü ekiplerinden Kayseriyi ve son hafta düşmanı Beşiktaşı yendiğini varsayarsak.. Bu durumda yine Bursa olur şampiyon gibi görünüyor.. Bakalım göreceğiz, ama gönül isterdi ki Galatsaray da burnunu uzatabilsin bu yarışa, olmadı... Zaten Kasımpaşanın mağlubiyetiyle iyi ki de olmadı...
Akhisarspor da 2. Lig Yükselme Grubunda Bank Asyayı gaantileyeceği maça çıktı dün Çorum da.. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve Çorumspor a 1-0 mağlup oldular. Haftaya bakalım formda Göztepeyi Akhisarda yenip turunu atabilecek mi? Yoksa çuvaldaki incirleri berbat etmeye devam mı?
Bu muydu yani yaptığım tatil??
Etiketler:
akhisarspor,
blog,
bursaspor,
çorumspor,
Fenerbahçe,
futbol,
Galatasaray,
kasımpaşa,
scarf
20 Nisan 2010 Salı
Anadolu Ateşi...
16 Nisan 2010 Cuma
Zorunlu Açıklama!!..
Mayıs 2000 tarihinde, Türk futbol tarihinin kulüpler klansmanında gelebildiği en üst mertebe olan UEFA Kupası(şimdiki adı ile UEFA Avrupa ligi) şampiyonluğunun kutlamalarında, uzun maratonun ardından gelen kupayı kader birliği ederek, takımın iki kaptanı Hakan Şükür ile Bülent Korkmaz kaldırmıştı. Tarih Nisan 2010'u gösterirken de bu ikili hala Galatasaray adına ortak! açıklamalarda bulunarak kader birliğine devam ediyor. Ortak dediysem, farklı mekanlarda ortak görüşlerinden bahsediyorum.
Malum Sami Yen'de ki son lig maçında taraftar, hem avrupada hemde ligde ki kötü gidişatı beğenmeyerek toplu isyana başvurmuş, maçın ilk 5 dakikalık diliminde sessiz kalmış, pankartları ters asmış, kaptanını yuhalamıştı. Hatta dahası da var. Ara transferde havaalanında "Yeter! Haldun Üstünel Yeter!" şeklinde yöneticisine slogan atanlar, bu kez de top her Jo'ya gelişinde yuhalayarak, kendi mabetlerini ne hale getirdiler. Arda Turan'a bestelenilen slogana hiç girmiyorum.
Bu olaylar üzerine, efsane kaptanlar(şimdi ki televizyon yorumcuları), Galatasaray'ın ve Arda'nın bu tepkileri hak edip etmediği, karşı tepkinin ne olacağı, bu tepkilerin nerden çıktığı gibi konularda yorum yaparken, her ikisininde değindiği ortak görüş, tüm bu olanların arkasında yönetimden kaynaklandığı şeklindeydi. Hatta Bülent Hoca, kendisi takımın başındayken benzer bir olayın kendisine de yapıldığını iddia etmiş. İddia diyorum, çünkü doğruluğu kanıtlanmamış.
Galatasaray yönetimi de, bugün resmi sitesinden bir açıklama yapmış. Buyrun okuyun. Emekliliği gelmiş eski kaptan H.Şükür'e, teknik direktörlüğü sırasında sabırsızca gönderilen yine eski kaptan Bülent Korkmaz'a, onlar hiç Galatasaray'lı değilmişcesine edilen sözleri okurken acaba benimle aynı şeyleri hissedermisiniz bilmiyorum ama ayıp etmiş kim bu yazıyı yazdırmışsa.
Futbol endüstrisinin ne kadar büyük ve rantlarla dolu olduğunu söylemek yersizdir. Herkes biliyor neyin ne olduğunu. Bu nedenle, kaptanların söylevlerinde elbette ki reyting kaygılı abartmalar olabilir, yersiz eklentiler olabilir. Ancak 105 yıllık görkemli tarihi barındıran bir camianın, birlikte büyük başarılara imza attığı iki kaptanına böyle ithamlarda bulunmayıp, açıklamalar gerçeği yansıtmıyorsa! bunu söylemenin binbir türlü yolu olduğunun farkındalığı ile bir açıklama yapsalar belki zararın neresinden dönülse kardır dedirtebilecekti bize. Yazık ki ülkemizde anca öldükten sonra kıymete biniyorsun. Yazık...
Madridzedeler....
Bugünlerde, liglerinde son bulmasına doğru yaklaşılırken transfer haberleri de yavaş yavaş yayılmaya başlandı. Bir çok oyuncu, bir çok kulüp ile anılacak artık medyada. Kimisi gerçekleşecek kimiside sadece yalan haber niteliğinde ara transfer dönemine kadar bekleyecek.
Real Madrid'in Karim Benzema'yı satış listesine koyduğu haberi ise bizi hiç şaşırtmadı aslında. Benzema'nın yetenekli bir golcü olduğu yadsınamaz bir gerçek. Ancak konu Real Madrid olduğu zaman, Benzema bu konuda yalnız kalmıyor. Merak edip şöyle bir baktım da Madridzede olarak adlandırılabilecek ve üst düzeyde futbol oynamış isimlerle karşılaştım. Bir kaçını paylaşayım.
1-Esteban Cambiasso : Futbola ülkesinde başlayan yıldız oyuncu aslen Madrid altyapısından çıktı. Ancak Madrid'de tutunamayan başarılı orta saha oyuncusu bedelsiz olarak gittiği Inter'de kendini buldu diyebiliriz. Hem takımının hemde Arjantin'in vazgeçilmez oyuncusu oldu.
2- Samuel Eto'o : Madrid altyapısından çıkma bir diğer yıldız gölcü Eto'o, bırakın Madrid'de tutunmayı, ezeli rakip Barca'da başarılara imza atarak nispet yaptı adeta. 4milyon £ bedelle Mallorca'ya satılan Eto'o' dan Mallorca tam 20 milyon £ kar etti.
3- Juan Manuel Mata : Madrid'den Valencia'ya 19 yaşında bedelsiz transfer olan Mata, geçen senelerde piyasa fiyatını yaklaşık 21 milyon £'e kadar çıkarma başarısı gösterek, Valencia forması ile Madrid'e nispet yapan oyunculardan.
4- Javi Garcia : Osasuna ile bir verkaçdan sonra Benfica'ya satılan oyuncu, ligde Braga'nın hemen üstünde şampiyonluğa koşan, UEFA Avrupa Ligi'nde ise Liverpol'a elenen takımın orta saha organizasyonunun önemli isimleri arasına girmiştir.
5- Raul Bravo : 16 yaşında keşfedilen oyuncu, 2002 yılında Madrid'in A takıma yükselmeyi başarmış, 2003-2007 yılları arasında Madrid formasıyla oynamıştı.
6- Roberto Soldado : Osasuna ile apılan kiralama verkacından sonra Getafe'ye satılan oyuncuda madridzeler arasında.
7- Santiago Canizares : Celta Vigo'da pişen Valencia'ya düşen oyuncu 10 yılını verdiği Valencia forması ile 2008 yılında futbola veda etti.
Benim gözüme takılan Madridzeler bunlar. Tabi daha niceleri de olmuş olabilir. Takdiren daha niceleride olacaktır. Aynı Benzema gibi..
Redknapp-Crouch
Bazı teknik direktörler vardır. Sevdikleri, anlaştıkları, beğendikleri oyuncuları da yanlarında sürüklerler. Her gittikleri takıma alırlar. Ülkemizde sanırım Ziya Doğan- Celaladdin Koçak örneği verilebilir. Peter Crouch ve Harry Redknapp'ın durumu tam olarak böyle olmasa da ilgi çekici bir hikaye bana göre. İkili ilk defa Portsmouth da birlikte çalışma şansı yakalamışlar. 2001 yılında Harry Redknapp, takımın futbol direktörü olmuş. Crouch'un transferinde rol oynamıştır herhalde. Ancak takım o sene küme düşünce 2002'de Redknapp kolları sıvayıp menajerliğe geçmiş ve Crouch'u 5 milyon sterlin'e Aston Villa'ya satmış.Astan Villa'da oynarken ikinci sezonda Norwich City'de kiralık geçirince 2004 'te 7 milyon sterlin gibi bir rakama Southampton'a geçmiş. Bilin bakalım Southampton'un o sezon ki hocası kimmiş? Harry Redknapp. Sezon sonunda her ikisi de Southampton ile yollarını ayırmış. O sattı demek ne kadar doğru bilemiyorum ama Crouch yine 7 milyon pound'a bu defa Liverpool'a geçmiş. Redknapp eski takımı Portsmouth un yolunu tutmuş. Daha sonra bu çok sevdiği öğrencisini Liverpool'dan 11 milyon pounda geri almış ve ona 9 numaralı formayı vermiş. Ancak bu defa Redknapp devre arasına yakın -ekim ayında - Totenham'ın yolunu tutmuş. Sezon sonunda takıma kimi almış? Doğru bildiniz Peter Crouch!Üstelik onun için 10 milyon pound ödemiş. iki futbol adamının yolları bu kadar kesişmesi normal belki ama bir türlü uzun vadeli çalışamamış olmaları enteresan. Totenham sanırız bu fırsatı onlara verecektir. Crouch uzun boyuna rağmen ince olmasıyla dikkatimi çekerdi hep. - biz de leylek denilen cinsten- Fotoğrafta gördüğünüz golü canlı izleme şansı bulmuştum. O gün dedim ki bu adama 100 top gelse 1 ine vurur o da bize denk geldi. Sanırım 2 hafta sonra çok benzer bir gol daha atmıştı Premier Lig'de. Galatasaray maçında Song'un müdahelelerine rağmen sakatlanmayarak aslında ince olmasına rağmen hassas olmadığını da anlamış olduk. Southampton'a 2,5 milyon pounda gittiğini de sayarsak toplam 32,3 milyon poundluk bir değeri boşuna yaratmamış sanırım.
15 Nisan 2010 Perşembe
Özleyeceğiz Alper...
Malesef bugüne kötü bir haberle başlamak zorunda kaldım.. Almanyada Hoffenheim altyapısından yetişmiş, ardından 2004 te Fenerbahçeye gelmiş, Bucaspor, Kocaelispor, İnegölspor gibi takımlarda forma giymiş, son olarak Eskişehirspor kadrosunda bulunan gurbetçi oyuncumuz Alper Balaban, Ümit Milli takım formasını da giymişti... 2 gün önce Karlsruhe de geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Mekanı cennet olsun diyor, sevdiklerine ve tüm futbol camiamıza başsağlığı diliyorum...
14 Nisan 2010 Çarşamba
Var Mısın Kupasına?
Dün akşam ki maçtan sonra finale yükselen Fenerbahçe, gözlerini bugün Antalya'ya dikmiş, rakibinin kim olacağını bekliyordu. Saat 20:00'de başlayan Antalyaspor-Trabzonspor Ziraat Türkiye Kupası yarı finali, gerçektende üst düzeyde mücadele gücü dolu bir karşılaşma oldu. 1-0 Antalyaspor kazanmasına karşın ilk maçın avantajı ile Trabzonspor finale yükseldi.
Bir kere tüm yorumlarımdan önce şunu belirtmeliyim ki, her iki tarafın oyuncularını yürekten tebrik ediyorum. Hava koşulları, saha koşulları futbol oynamaya gerçekten de çok elverişliydi. Bununda karşılığını yüksek tempolu, mücadeleci bir futbol izleterek verdiler seyircilere.
Trabzonspor, ilk maçın skor avantajı ile maça çıktı. Antalyaspor ise saldırgan ve isteyen taraftı tüm bölümlerde. Taktik anlayış açısından Trabzonspor skoru koruma, bir gol atarsamda daha da rahatlarım mantığını güderken, Antalyaspor'un ise sadece final parolası ile çıktığı apaçık belliydi.
Trabzon adına, Giray ve Egemen'in gerideki üstünlüğü ve uyumu gerçekten de müthişti. Colman'ın ise ön libero gibi tüm topları keşisi isabetli pasları yanısıra, ikinci yarıda ki takımı hucüma kaldırma görevini maçın ölü adamı Alanzinho'dan alışı benim adıma onu maçın adamı yaptı. Antalyaspor cephesinde ise, Galatasaray'dan tanıdığımız isimler Yalçın ve Necati hırslı futbolları ile göz doldurdu. Jedinak farklı bir görev üstlenmesine rağmen, bu görevinde altından rahatlıkla kalktı. Özellikle de Antalyaspor'un kaptığı toplarda yaptığı kısa ve hızlı paslaşmalar sonrası öldürücü pas ile hucümda çoğalması, benden Şifo'ya bir tebrik daha yollamama neden oluyor. Helal olsun Mehmet Özdilek.
5 Mayıs 2010... Bir taraf adına 27 yıllık özlemin son bulabileceği , diğer taraf içinse Mayıs 1996'da kaptırılan lig şampiyonluğunun öcünü alma şansı yakalanılmış bir maç.
ps. Bir paragraf da maçın hakemi Yunus Yıldırım'a. Geçtiğimiz günlerde, Oğuz Sarvan, Türkiye'de ki hakem eğitimlerinin Avrupa'da ki ile aynı olduğunu belirten bir açıklama yapmıştı. Ya Yunus Hoca'nın bu eğitimlerde devamsızlığı baya bir çok, ya Oğuz Sarvan Yunus Hoca'dan habersiz, ya Avrupa kendini bozdu!, ya da, ya dası çok da açık değil mi zaten...
Bir kere tüm yorumlarımdan önce şunu belirtmeliyim ki, her iki tarafın oyuncularını yürekten tebrik ediyorum. Hava koşulları, saha koşulları futbol oynamaya gerçekten de çok elverişliydi. Bununda karşılığını yüksek tempolu, mücadeleci bir futbol izleterek verdiler seyircilere.
Trabzonspor, ilk maçın skor avantajı ile maça çıktı. Antalyaspor ise saldırgan ve isteyen taraftı tüm bölümlerde. Taktik anlayış açısından Trabzonspor skoru koruma, bir gol atarsamda daha da rahatlarım mantığını güderken, Antalyaspor'un ise sadece final parolası ile çıktığı apaçık belliydi.
Trabzon adına, Giray ve Egemen'in gerideki üstünlüğü ve uyumu gerçekten de müthişti. Colman'ın ise ön libero gibi tüm topları keşisi isabetli pasları yanısıra, ikinci yarıda ki takımı hucüma kaldırma görevini maçın ölü adamı Alanzinho'dan alışı benim adıma onu maçın adamı yaptı. Antalyaspor cephesinde ise, Galatasaray'dan tanıdığımız isimler Yalçın ve Necati hırslı futbolları ile göz doldurdu. Jedinak farklı bir görev üstlenmesine rağmen, bu görevinde altından rahatlıkla kalktı. Özellikle de Antalyaspor'un kaptığı toplarda yaptığı kısa ve hızlı paslaşmalar sonrası öldürücü pas ile hucümda çoğalması, benden Şifo'ya bir tebrik daha yollamama neden oluyor. Helal olsun Mehmet Özdilek.
5 Mayıs 2010... Bir taraf adına 27 yıllık özlemin son bulabileceği , diğer taraf içinse Mayıs 1996'da kaptırılan lig şampiyonluğunun öcünü alma şansı yakalanılmış bir maç.
ps. Bir paragraf da maçın hakemi Yunus Yıldırım'a. Geçtiğimiz günlerde, Oğuz Sarvan, Türkiye'de ki hakem eğitimlerinin Avrupa'da ki ile aynı olduğunu belirten bir açıklama yapmıştı. Ya Yunus Hoca'nın bu eğitimlerde devamsızlığı baya bir çok, ya Oğuz Sarvan Yunus Hoca'dan habersiz, ya Avrupa kendini bozdu!, ya da, ya dası çok da açık değil mi zaten...
Etiketler:
antalyaspor,
blog,
Fenerbahçe,
futbol,
Oğuz Sarvan,
scarf,
trabzonspor,
türkiye kupası
13 Nisan 2010 Salı
Bence 11...
Sezon başından bu yana, elimden geldiğince Turkcell Süper Lig maçlarını izlemeye çalıştım, izleyemediğim maçların da özetlerini kaçırmamaya özen gösterdim. Zaten sağolsunlar, Ntv Spor ve Spormax kanalları hafta boyunca kaçırmaya olanak vermeden, sık sık yayınlıyorlar özetleri ve golleri.. Şimdi aslında benim ne haddime belki ama; kendimce bir 11 yaratacağım Süper Ligden ve bunu paylaşmak istedim.. Tabi ki beğenenler olacak, beğenmeyenler de olacak. İşte beğenmeyenlerden de ricam kendi beğendiklerini bizlere aktarırlarsa, bizler de gözümüzden kaçanları ya da yanlış gördüklerimizi anlayabilmiş; yeniden gözden geçirme şansına erişmiş olabiliriz..
1. Rüştü Reçber (Beşiktaş) : Kaleye koymayı düşündüğüm ilk isim bana sorarsanız, özellikle son dönemde hayatının baharını yaşayan Rüştü. 37 yaşına merdiven dayadı ama iyi form tuttu ve gençlere de çok büyük örnek olduğunu düşünüyorum. Sıralamada en az gol yiyen takımın kalecisi olması da beni bu tutuma sevk eden etkenlerden..
2. Lucas Neill (Galatasaray) : Galatsaray transferi gerçekleştirdiği ilk günden beri gözlerimin üzerinde olduğu bir oyuncu. Defansif anlamda en basit tabirle, nerede durması gerektiğini ve ne zaman hamle yapması gerektiğini çok iyi biliyor. Defans bloğunun ortasında, benim kadromda formayı kapmakta zorlanmıyor.
3. İbrahim Toraman (Beşiktaş) : Her zaman hızlı, her zaman doğru müdahale yapabilen, belki de Beşiktaşın ve Mustafa Hocanın bu sezonki en büyük silahı olmayı başarmış defans oyuncusunu, bir de Neill ile birlikte denemek benim için hayalden de öte...
4. Ali Tandoğan (Bursaspor) : Her ne kadar Bursaspor da biraz daha orta sahaya yakın görünüyor olsa da, kadroyu ben kuruyorum, sağ beke koyuyorum Ali Tandoğanı. Özellikle bu sezon yaptığı asistlerle de göze çarpan Ali, duran topları ceza alanı içine göndermekte de bu sezon çok başarılıydı. Ee, takım da şampiyonluğa oynayınca görmezden gelmek mümkün olmadı...
5. Andre Dos Santos (Fenerbahçe) : Aslında geçtiğimiz sezonda çok da gözüme batan bir oyuncu olamadı ancak, ligimizin bence en büyük sıkıntılarından olan sol bek mevkisinde, Roberto Carlos un yerini doldurmaya çalıştı ve kısmen de başarılı oldu.. İyi bir İsmail Köybaşı ya da tecrübesiyle İ. Üzülmez burada görülebilirdi ancak biraz da "Beşiktaşlı diye alayını yazmış" dedirtmemek anlamında seçtim Andre Santosu..
6.Ivan Ergiç (Bursaspor) : Bursasporlu bir orta saha oyuncusu daha.. Kendisini bu sezon çok fazla izleme şansına sahip oldum.. Çok büyük etkileri hissedilmese de istikrarlı ve oyuna her an katkıda bulunan bir futbolcu. Hüseyinle birlikte orta sahanın yükünü çekerken gol yollarına da sağladığı katkı onu orta sahamın göbeğine yerleştirdi...
7.Yekta Kurtuluş (Kasımpaşa) : Yine genç bir orta saha oyuncusu ve Kasımpaşanın attığı her golde, aldığı her puanda bi yerde bir parmağı var. Benim bu sezon en çok beğendiğim oyunculardan kendisi, öyle sanıyorum ki önümüzdeki sezon transfer piyasasında da adını duyarız...
8. Alanzinho (Trabzonspor) : Özellikle Şenol Hocanın takıma katılmasıyla, altın çağına ulaştı Alanzinho.. Daha dün gibi gazetelerin başlıkları "Yalanzinho" diye.. Ama o yalan olmadığını bana sorarsanız gösterdi.. En azından çok ter döktü ve dökmeye de devam ediyor..
9. Arda Turan (Galatasaray) : Nedense bu sezon Ardadan beklediği performansı birkaç hafta dışında göremedik.. Sakatlıklar yüzünden tek forvet bile oynadı.. Bunun etkileri de olumsuz oldu tabi ki.. Ancak, Arda her zaman Arda ve yeteneğiyle, aklıyla, inatçılığıyla orta sahadaki yerini almazsa olmaz...
10. Ariza Makukula (Kayserispor) : Sanırım forvete koyduğum bu ismi koymasam, epey bir tepkiyle karşılaşırdım.. Herkes "Bu adam nereliymiş, nerden geldi?" sorularıyla uğraşırken, o attığı 19 golle hala gol krallığında lider; güçlü fiziği ve kaba tabiriyle "golü koklama" özelliğiyle ilk forvetimdir...
11. Mustafa Pektemek (Gençlerbirliği) : Bu sezon aslında 8 gol attı ve ondan fazla gol atan da çok forvet var.. Ama attıkları değil onu takıma aldıran, 21 yaşında olmasına rağmen tecrübeli abilerinden daha profesyonel, girdiği pozisyonlar gerçekten usta işi, Thomas Doll un da vazgeçilmezlerinden oldu bu sezon.. Bu yeteneğiyle çok daha duyuracak adını ben eminim...
Gözümü kapattığımda ilk beynimde canlanan kadroydu bu.. Ben de paylaştım ve bakınca da bu ligde iyi de iş yapar gibi duruyor... Gözümü bi daha kapatıyorum ve yedekleri de sıralıyorum hemen;
12. Serkan Kırıntılı (Ankaragücü)
13. Egemen Korkmaz (Trabzonspor)
14. Serkan Balcı (Trabzonspor)
15. Caner Erkin (Galatasaray)
16. Volkan Şen (Bursaspor)
17. Alex de Souza (Fenerbahçe)
18. Julio Cesar de Souza (Gaziantepspor)
Sizce bu kadro şampiyon olur mu???
Sahibinden Satılık
Bugün Hürriyet'te gördüm haberi. Sonra BBC Sport'tan teyit ettim. Alındığında Yeni stat, yeni projeler olacak demişlerdi. Yankee'ler futboldan ne anlar! Adına bile soccer diyorlar. Kulübün mali durumunun iyi olmadığı bir süredir biliniyordu. Torres'i satmaları bile gündeme geldi. Son gelen haber ise kulübün Hürriyet'e göre 500,BBC Sport a göre 400 milyon ve üzeri teklif gelmesi halinde satılacağı yönünde. Ekonomik kriz falan derken bu kadar parayı futbola yatıracak birilerinin çıkacağını pek sanmıyorum. Söz konusu Dünyanın en büyük futbol markalarından biri olsa bile. Acaba diyorum İngiltere'de sık sık rastlandığı gibi Taraftarlar bir vakıf kurup kulübü geri alırlar mı? Meblaya bakınca o da zor görünüyor. Hadi hayırlısı.
12 Nisan 2010 Pazartesi
Portsmouth
Geçen hafta ulusal basında Abdülhamit'in kurdurduğu yönünde haberler aldı Portsmouth için. Amblemindeki ay-yıldız dikkat çekici tabi. Gerçek nedir bilinmez. Ama takım 1 yıl aradan sonra yine FA Cup finalinde. Hepimizin bildiği gibi kulüp borçları nedeniyle kayyuma devredildi. 9 puanı silindi ve bu hafta itibariyle küme düşmesi de kesinleşti. Bana çok acaip geliyor. Düşene bir tekme de sen vur gibi bir şey. Hem borçları var. Gelir kaynaklarında sahibinin parası kadar yayın ve maç günü gelirleri önemlidir. Şimdi sen Federasyon olarak bunları da azaltıyorsun ve takımı daha da beter bir çukura itiyorsun. Görme şansını bulduğum, deniz kenarında hoş bir şehir Portsmouth. İlk akla gelen duygusallık oluyor böyle durumlarda. FA Cup ı alıp kendilerini ispatlamak istedikleri düşünülür. Gideraak bir hediye vermek taraftara falan.Ama belki de futbolcular ise sezon sonunda fiyatlarını düşürmemek için bu kadar çabalıyorlar. Premier Lig'de bunlar oluyorsa bizim ligimizde neler olur bilemem. Ama sonuçta Portsmouth un formasına göğüs sponsoru olan sitenin en sadık ziyaretçileri de kulüp çalışanları olacak gibi.
Bir Gecelik Aşklar 11
Haftasonu İzmit'e ailemi görmeye gittim. E böyle olunca da blogu biraz boşladım. Dönüş yolunda 4-4-2 imi kaptım. Yol kısa malum ama yine de yarıladım dergiyi. En çok ilgimi çeken kısımlardan birisi "Bir Gecelik Aşklar" sayfası oldu. Aklımda zaten Obi Mikel'i yazmak vardı. Denk Geldi. Efendim en güzel tek gecelik aşk hikayelerinden biridir bu. 2005 yılında,18 yaşını doldurduktan bir hafta sonra Manchester United ile sezon sonu için anlaştı. Klubüne Lyn Oslo 4 milyon sterlin alacaktı. Lakin hayat biz gelecek için planlar yaparken başımızdan geçenlermiş ya, transfer tarihi geldiğinde işler değişti. Bu "wonderkid"e Chelsea de talip olmuştu. İki ezeli rakip birbirine düştü. Obi Mikel'in gönlü de Chelsea'den yanaydı.Sonuç olarak Chelsea 12 milyon sterlin ödemeyi kabul etti ve transferi noktaladı. Obi Mikel istediği formaya kavuştu,Manchester United %200 karla futbolcuyu idmana bile çıkarmadan sattı. Herhalde klüp tarihindeki en karlı transferdir. Tamam,Ronaldo 99 milyon euro'ya satıldı ama ona verilen bir emek vardı. Bu ise temiz ticaret,al-sat. Sonuç olarak,tam bir tek gecelik aşk olmasa da bu da garip bir aşk hikayesi olarak futbol tarihine geçti.
9 Nisan 2010 Cuma
Hangi İngiliz, Hangi Alman, Hangisi şampiyon??
Old Trafford da Çarşamba akşamı oynanan Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçında, geçen sezon Premier Lig şampiyonu olarak tamamlayan Manchester United 3-0 öne geçmesine rağmen, yediği iki golle, -ki görüntüdeki Robbenin golü ayıptı- Alman Bayern Münich e elenmiş oldu, böylece İngiltere şampiyonu Şampiyonlar Ligi yarı finaline kalamamış oldu...
UEFA Avrupa Liginde ise çeyrek final eşleşmelerinde geçen sezonun Bundesliga şampiyonu Wolfsburg, deplasmanda 2-1 yenildiği Fulham ile dün gece oynadı. Bobby Zamoranın maçın başında attığı golle maçı kazanan İngiliz ekibi, Almanya şampiyonunu da yarı final dışına iterken, belki de sürpriz bir başarı elde etti. Ancak Lucescu nun Shakhtarını eledikleri an bu sinyalleri zaten vermişlerdi..
Etiketler:
bayern münich,
blog,
fulham,
futbol,
man u,
scarf,
şampiyonlar ligi,
uefa avrupa ligi,
wolfsburg
8 Nisan 2010 Perşembe
Büyük Takım Olmak...
İnternet'ten futbol haberleri yapan siteleri, forumları, blogları okurken dikkatimi çekti bu haber. Özellikle de dün gece Bayern'e Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde yine! elenen Manchester United söz konusu olunca.
Kırmızı şeytanlar, Meksika takımlarından Chivas de Guadalajara'da forma giyen 21 yaşındaki "Chicharito" lakaplı genç gölcü Javier Hernandez ile anlaşmış. Ancak ne bonservis bedeli ne de oyuncuya ödenecek miktar hakkında herhangi bir bilgi verilmemiş. İşin ilginç yanı şu: Anlaşma gereği, Manchester United ile Chivas takımı, Chivas'ın 45 bin kişilik yeni stadyumunun açılışı için bir hazırlık maçı yapacakmış.
Kim bilir belki de ödenecek paraların yanında yapılacak bu maç Chivas takımı için daha önemli olmuş olsa gerek. Büyük takım olmak da böyle birşey olsa gerek...
Kırmızı şeytanlar, Meksika takımlarından Chivas de Guadalajara'da forma giyen 21 yaşındaki "Chicharito" lakaplı genç gölcü Javier Hernandez ile anlaşmış. Ancak ne bonservis bedeli ne de oyuncuya ödenecek miktar hakkında herhangi bir bilgi verilmemiş. İşin ilginç yanı şu: Anlaşma gereği, Manchester United ile Chivas takımı, Chivas'ın 45 bin kişilik yeni stadyumunun açılışı için bir hazırlık maçı yapacakmış.
Kim bilir belki de ödenecek paraların yanında yapılacak bu maç Chivas takımı için daha önemli olmuş olsa gerek. Büyük takım olmak da böyle birşey olsa gerek...
Takım tutmak...
Ya da başka bir deyişle bir takımın taraftarı olmak... Peki, nedir takım tutmak? Bunun bir okulu, kursu, semineri olmadan kazanılan bir duygu gibidir bence.. Haa, eğer kursları da olsa fena mı olurdu? Aslında hiç de kötü olmazdı.. Buna benzer şeyler yapmaya çalışan kulüpler oldu ancak gerçekten başarabilen olduysa da ben bilmiyorum.. Bilenler varsa da aydınlatırlarsa çok mutlu olurum.
Dünyaya -erkekler için- erkek bir bebek olarak geldik dünyaya.. Tabi ki bunu ben de hatırlamıyorum:)) p.s. - Doğduğu anı hatırlayan varsa eğer bu konuda aydınlatmasın lütfen, korkabilirim :) Kendi jenerasyonum açısından konuşursak, çocuk yaşta tanıştık hepimiz topla.. Sokakta, ağaçlardan yaratılmış kale direkleri, ya da taşlarla belirginleştirilmiş direkler, taşların üstünden geçen toplar hiç bir zaman direkten geri gelmemişti malesef o zamanlarda.. Bir taraftan da evde maç izleyen bir baba, amca, büyük, tabi o zamanlar TRT veriyordu maçları, daha Star Tv nin açılmamış olduğu yıllardan bahsediyorum.. Enteresan bir hava hakim olurdu evin içine, gergin bir ortam, "Atom Karıncalar, Sarı Fırtınalar, Takozlar,vs.." hep onlar gibi olmak istemiştim nedense.. Bir de Metin-Ali-Feyyaz ama üçü birden.. Ben henüz 6 yaşındaydım ve 103 tane gol atan efsane bir takım vardı her an televizyonlarda.. Çoğu arkadaşım da buna kanmış, tarafını belli etmeye, taraftarlık yolunu çizmeye başlamıştı.. Ben çoktan çizmiştim zaten, 500 gol de atılsa bu değişmeyecekti, bunu ben de biliyordum ve iliklerime değin bunu hissediyordum.. İşte böylesine bir çocukluk hissim, büyüyor da büyüyor, Gordon Milne i, ardından dansözlerle göbek atan Daum u, büyük santrafor Stefan Kuntz u, bir taraftan da havuz sistemini, Cine 5 i, Teleonu kanıksıyor; önüme taş kondukça daha da sarıyordu taraftarlık olgusu.. Bir dönem Intertoto finalinde Karlsruhe ye elenen, Baljiçli, Mususili, Ercümentli Bursaspor da; daha öncesinde Prekazinin attığı gol de futbola olan saygımı arttırıyor, böylece tuttuğum takıma beslediğim sevgi, diğerlerine oluşan saygıyla birleşip, taraftarlık yolumu çiziyordum..
Bu babadan oğula geçmiş bir taraftarlık öyküsü gibi gözükse de, ben eminim ki evde ne olursa olsun, benim çizgim yine bu yönde olacaktı.. Bir çoğumuzda olduğu gibi.. Önemli bir maçın oynanacağı günün sabahında uykudan hoş bir heyecanla uyanmanın keyfini başka ne verebilir ki!? Öte yandan taraftarı olduğunu idda ettikleri takımın maçını izlemeyip, gazeteden takip edenler, gazeteden takip bile etmeyenler, maçını izlemeye yeltenip uyuya kalanlar, maç anında maç izlemek dışında her şeyle uğraşanlar, vs., vs. gibi -taraftar- lar da var.. Bunların yanında, ne yaptığını bilmeden ortalığı her an bir savaş alanına çevirebilecek potansiyeli taşıyan ve her seferinde de taraftarlığın böyle yapılıyor olduğunu, takım tutmanın kavga etmek demek olduğunu zannedenler de var.. Maça gidip de tribünden izleyenlerden bahsetmiyorum ben, piyasada, evinde, kahvede, barda gördüğüm, tanıdığım, gözlemlediğim taraftarlardan bahsediyorum...
Bir de bence en kötüsü, futbolla alakası olsun olmasın, takım tutsun tutmasın, kendini bahis sektörüne kaptırmış, para kazanabilmek umuduyla, anlık, maçlık, haftalık takım tutanlar da var, nedense bana itici geliyorlar.. Belki de normaldir.. Ben hiç mi bahis oynamıyorum? Elbette oynuyorum, ancak şöyle de bir huyum var, Türkiyede 3 büyüklere zaten oynamam, diğer oynadığım yerli ve yabancı maçlarda da sempati duymadığım takımlara kazanacaklarını dahi bilsem oynamam.. Sonuçta bu keyiftir.. Maçı da izleyebileceksem şayet, o ligde seviyor olduğum takımı tercih etmeye çalışırım.. Mesela, evinde Birmingham City, Napoli, Benfica -kartal sembolü olması ayrı bir keyif- vs. gibi takımlara oynamayı tercih ederim, kaybetseler ve kaybettirseler bile...
Bir taraftar nasıl olmalı peki? Ben miyim yani örnek taraftar?? Tabi ki de bunu anlatmaya çalışmıyorum ben buradan.. Ancak, maç izlemekten keyif alan, desteklediği takımını en azından takip edenler belki bir şeyler çıkaracaklardır yazdıklarımdan.. Ya da "Asıl taraftar benim, ben bunu da, şunu da yapıyorum.. Falan filanlar bunu anlayamaz.." gibi düşüneceklerdir.. İşte o zamanda sevgili Maratın yazdıklarını, Kılcal Havuç gibi benzetmelerini okumalarını öneririm.. Oradan kesinlikle bir şeyler çıkaracaklardır...
Dünyaya -erkekler için- erkek bir bebek olarak geldik dünyaya.. Tabi ki bunu ben de hatırlamıyorum:)) p.s. - Doğduğu anı hatırlayan varsa eğer bu konuda aydınlatmasın lütfen, korkabilirim :) Kendi jenerasyonum açısından konuşursak, çocuk yaşta tanıştık hepimiz topla.. Sokakta, ağaçlardan yaratılmış kale direkleri, ya da taşlarla belirginleştirilmiş direkler, taşların üstünden geçen toplar hiç bir zaman direkten geri gelmemişti malesef o zamanlarda.. Bir taraftan da evde maç izleyen bir baba, amca, büyük, tabi o zamanlar TRT veriyordu maçları, daha Star Tv nin açılmamış olduğu yıllardan bahsediyorum.. Enteresan bir hava hakim olurdu evin içine, gergin bir ortam, "Atom Karıncalar, Sarı Fırtınalar, Takozlar,vs.." hep onlar gibi olmak istemiştim nedense.. Bir de Metin-Ali-Feyyaz ama üçü birden.. Ben henüz 6 yaşındaydım ve 103 tane gol atan efsane bir takım vardı her an televizyonlarda.. Çoğu arkadaşım da buna kanmış, tarafını belli etmeye, taraftarlık yolunu çizmeye başlamıştı.. Ben çoktan çizmiştim zaten, 500 gol de atılsa bu değişmeyecekti, bunu ben de biliyordum ve iliklerime değin bunu hissediyordum.. İşte böylesine bir çocukluk hissim, büyüyor da büyüyor, Gordon Milne i, ardından dansözlerle göbek atan Daum u, büyük santrafor Stefan Kuntz u, bir taraftan da havuz sistemini, Cine 5 i, Teleonu kanıksıyor; önüme taş kondukça daha da sarıyordu taraftarlık olgusu.. Bir dönem Intertoto finalinde Karlsruhe ye elenen, Baljiçli, Mususili, Ercümentli Bursaspor da; daha öncesinde Prekazinin attığı gol de futbola olan saygımı arttırıyor, böylece tuttuğum takıma beslediğim sevgi, diğerlerine oluşan saygıyla birleşip, taraftarlık yolumu çiziyordum..
Bu babadan oğula geçmiş bir taraftarlık öyküsü gibi gözükse de, ben eminim ki evde ne olursa olsun, benim çizgim yine bu yönde olacaktı.. Bir çoğumuzda olduğu gibi.. Önemli bir maçın oynanacağı günün sabahında uykudan hoş bir heyecanla uyanmanın keyfini başka ne verebilir ki!? Öte yandan taraftarı olduğunu idda ettikleri takımın maçını izlemeyip, gazeteden takip edenler, gazeteden takip bile etmeyenler, maçını izlemeye yeltenip uyuya kalanlar, maç anında maç izlemek dışında her şeyle uğraşanlar, vs., vs. gibi -taraftar- lar da var.. Bunların yanında, ne yaptığını bilmeden ortalığı her an bir savaş alanına çevirebilecek potansiyeli taşıyan ve her seferinde de taraftarlığın böyle yapılıyor olduğunu, takım tutmanın kavga etmek demek olduğunu zannedenler de var.. Maça gidip de tribünden izleyenlerden bahsetmiyorum ben, piyasada, evinde, kahvede, barda gördüğüm, tanıdığım, gözlemlediğim taraftarlardan bahsediyorum...
Bir de bence en kötüsü, futbolla alakası olsun olmasın, takım tutsun tutmasın, kendini bahis sektörüne kaptırmış, para kazanabilmek umuduyla, anlık, maçlık, haftalık takım tutanlar da var, nedense bana itici geliyorlar.. Belki de normaldir.. Ben hiç mi bahis oynamıyorum? Elbette oynuyorum, ancak şöyle de bir huyum var, Türkiyede 3 büyüklere zaten oynamam, diğer oynadığım yerli ve yabancı maçlarda da sempati duymadığım takımlara kazanacaklarını dahi bilsem oynamam.. Sonuçta bu keyiftir.. Maçı da izleyebileceksem şayet, o ligde seviyor olduğum takımı tercih etmeye çalışırım.. Mesela, evinde Birmingham City, Napoli, Benfica -kartal sembolü olması ayrı bir keyif- vs. gibi takımlara oynamayı tercih ederim, kaybetseler ve kaybettirseler bile...
Bir taraftar nasıl olmalı peki? Ben miyim yani örnek taraftar?? Tabi ki de bunu anlatmaya çalışmıyorum ben buradan.. Ancak, maç izlemekten keyif alan, desteklediği takımını en azından takip edenler belki bir şeyler çıkaracaklardır yazdıklarımdan.. Ya da "Asıl taraftar benim, ben bunu da, şunu da yapıyorum.. Falan filanlar bunu anlayamaz.." gibi düşüneceklerdir.. İşte o zamanda sevgili Maratın yazdıklarını, Kılcal Havuç gibi benzetmelerini okumalarını öneririm.. Oradan kesinlikle bir şeyler çıkaracaklardır...
Spor Yazarından şok itiraflar
Adı bende saklı bir spor yazarı, Türk spor basınının çöküşünü özetler gibi.
Her başarısız sonucun ardından Teknik Direktör gitsin, takımda gruplaşma var, yönetim yabancı oyuncuları gönderiyor,yerlilere ağır ceza var gibi haberler yapan Türk spor basınında "kazan kaynamaya" başladı. Adını vermek istemeyen bir Spor gazetecisi en büyük sorunun yaratıcılık,zeka,araştırma ve basın etiği eksikliği olduğunu söyledi.İşte çok konuşulacak itiraflar:
‘Sürekli ona buna sallıyoruz, Ne yazdığımız farketmiyor’
Haber yazmak artık kabus haline geldi. Ne yapsak bir türlü Teknik Direktör kovduramıyor, takımın dağılmasını sağlayamıyoruz. Her hafta başka bir oyuncuyu hedefe alıyoruz ama asıl hedef her daim Teknik Direktör. Takım başarısız olunca ellerimizi ovuşturuyoruz.İnsanlar hemen inanıyor ve galeyana geliyor. Taraftarı ikiye bölmek çok kolay oluyor.
‘Erkan Kelli ve Kılcal Havuç’un çocukça hareketleri var’
Bazı yazarlar kafalarına göre takılıyor. Kimisi “önceden iyiydi,sakatlanınca böyle mi oldu” cümleleriyle ilkokul 3 seviyesinde diyaloglar yazıyor,beriki Rijkaard futbolu bilmiyor diyebiliyor. Türk Futbolun seviyesi ortada. Basın’ın yapması gereken ilerici,aydınlatıcı,öncü tavır ortada ancak onların saçmalıkları ortada.
‘Rijkaard’ın gönderilmeyeceği bizzat Adnan Polat tarafından defalarca söylendi’
Adnan Polat her fırsatta Rijkaard ile yola devam edeceğini söyledi. Ama biz yine de Rijkaard ayrılıyor haberleri yapıyoruz. Yetmiyor yerli oyuncular gruplaştı, yabancılar yetersiz diye haberler yapıyoruz. Bir gün söylediğimizi öbür gün inkar etmekten çekinmeyiz. Olur da birileri buna inanırsa ve çok düşük ama yazdıklarımız doğru çıkarsa ilk biz söyledik demekten ve bununla övünmekten çekinmeyiz ama tutmazsa zaten kimse hatırlamaz,sorun yok.
‘Bu işi bildiğimize dair gereksiz bir inanç içindeyiz’
Biz bu işi hep yapıyoruz. Elimizdeki medya araçlarını, yüzbinlere ulaşmak için fütursuzca kullanarak yaptıklarımız bize güven veriyor. Gönderdiğimiz yüzlerce teknik direktör, binlerce futbolcu var. Ama doymadık. Bu da biz bu işten anlarız hissi yaratıyor. Bazen acaba hakkında sallamadığımız oyuncu,teknik direktör kaldı mı,önümüzdeki sezona kadro kurulabilecek mi diye düşünüyoruz.Aslında futbolu falan sevmiyoruz. Çok umurumuzda da değil. Ama futbol endüstriyelleşti ve milyon dolarlar dönüyor. Bu piyasadan rantımızı elde etmek için böyle yapmak zorundayız. Aksi halde aç kalabiliriz. Sansasyon yaratmadan, çarpıtmadan,iftira atıp karalamadan,yalan söylemeden futbol haberi yapılmaz. Bir şey katmanın,araştırmanın, gerçekten analiz yapıp, aklımızı kullanarak gazetecilik yapmanın hiç keyfi yok.
‘Genel yayın yönetmenleri sadece satış rakamı ve reytinglere önem veriyor’
Fenerbahçe Henry’nin yanına kimi alsın; Shevchenko mu Messi mi Eto’o mu gibi transfer haberleri yapabiliriz. Buna biz bile inanmıyoruz ama olsun. Bu tip haberleri menajerlerin gazıyla yapıyouz. Maksat halkı galeyana getirmek, nabız yoklamak. Beklentileri arttırıp yöneticileri zor durumda bırakmak.
‘İnsanlar artık uyanıyor’
Bir süre mizah programı olarak izlenmişiz. Ama artık insanlar ondan da sıkılmış. Şok Şok Kırmızı Kart gören Abuzittin, duşa erkenden girip Herkül’ün şampuanını kullanınca soyunma odasında olay çıktı gibi haberler artık tutmuyor. İnsanlar söylediklerimizi sorguluyor ve hemen inanmıyor. Arşivlerde yüzlercesi bulunan gönderilicekler listesi belli oldu, fatura yabancılara, yerliler gruplaştı, takıma ağır cezalar, florya cadı kazanı geliyor başlıklı haberler insanlarda kusma etkisi yaratıyor. Spor muhabiriyiz, takımlara yakınız,her an takip ediyoruz hikayesi önem taşımıyor, aklını kullanıp kullanamadığın daha önemli hale geldi. Bunlar yerine bilgi veren, yapıcı eleştiriler yapan, tutarlı spor yazarları okunuyor.
İşte böyle sevgili okuyucular, adı bende saklı bir spor yazarı bunları söyledi. Tabi bir kaç yazarın yaptıkları tüm spor basınına mal edilemez diye de ekledi.
7 Nisan 2010 Çarşamba
Aziz Yıldırım teknik direktör olsaydı...
Otto Bariç, Rıdvan Dilmen,Zeman,Mustafa Denizli,Lorant,Oğuz Çetin,Daum,Zico,Aragones ve yine Daum. Vikipedi ye göre Aziz Yıldırım’ın çalıştırdığı teknik direktörler. Arada kovulan teknik direktör arkasından gelen emanetçiler Turhan Sofuoğlu ve Tamer Güney’de var. 1998 de ilk defa başkan olmuş Aziz Yıldırım. Geldiğinde Enerbahçe bütçesi 16 milyon dolarmış. Geçen sene ise Deloitte Money League de 20. oldu. 12 sene aynı başkanla çalışınca yatırımların devamlılığı sağlanınca olanlar ortada. Ama Fenerbahçe’nin futbol başarılarına bakarsak bu süreçte 4 defa şampiyon olabilmiş, hiç Türkiye kupası alamamış ve uluslararasında sadece bir defa Şampiyonlar Ligi çeyrek finali görmüş. (Aynı zamanda sıfır çeken takımı da görmüş.) Benzer senaryoyu Adnan Sezgin için de yazmıştık. (O’nu yanından ayırmayan Adnan Polat’a da değinmek gerekli belki.) Tekrar söylüyorum Aziz Yıldırım sadece bir örnek.
Yani sevgili okuyucu Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe de alt kademelerde yöneticilik yaptığını da varsayarsak, yönetim anlamında başarılı olması yıllar yıllar alıyor da neden teknik direktörlerin ipi bu kadar çabuk kesiliyor anlamıyorum. Örneği Aziz Yıldırım’dan verdim ama bu tüm klüpler için geçerli olabilir. Hatta bilmem kaç yıl gazetecilik yapıp da Türk Spor una hiç bir şey katmayan adamlar yıllarca o mevkilerde kalırlarken teknik direktörlerin bileti kesmek neden bu kadar kolay?
6 Nisan 2010 Salı
Rijkaard ve Devrim
Rijkaard yazılarımızın ikincisine hoşgeldiniz.Şimdi bazıları diyor ki ya total futbolu Rijkaard mı buldu ne devrimi? Ya Rijkaard bulmadı tamam ama devrim sahadaki futbolda değil ki devrim işleyişte. Oyuncusundan, teknik direktörüne kadar kendini döndürebilen bir sistemde.
Takip ettiğim forumlarda ve tv programlarında herkes ikiye bölümnüş durumda. Gitsin diyenler ve kalsın diyenler. Gitsin diyenlerin argümanları genelde aynı;
1. Barcelona zaten büyük takımdı Rijkaard çok da bir şey katmadı
2. Barcelona yı bugünkü haline getiren Cruyf tu, Rijkaard bir şey yapmadı.
3. -Bu enteresan bakın-Xavi,İniesta zaten kadrodaydı, Mesii 11-12 yaşında gelmişti bu takıma.
4. Burası Türkiye, İspanya’ya benzemez.
5. Rijkaard futbolu bilmiyor
6. Futbolcu olmakla teknik direktör olmak ayrı şeyler. Her iyi futbolcu teknik direktör olamaz.
7. Dünyanın en iyi 5 teknik direktöründen biri diye kakaladılar.
Kendimce bu eleştirilere kulp takıcam. Sondan başlıyım.
Peki bana dünya’nın en iyi teknik direktörlerini sölyeyin. Direk isim verin.10 olur 15 olur ve nedenlerini yazın. Ama üstteki 6 maddeyi gözönüne alın. Bu şekilde eleştirildiğinde ne cevap vereceğinizi hazırlayın sonra zor duruma düşmeyin. Belki Türkiye’de başarılı olacağını düşündüğün adamları sayın demeliydik ama ben dünya standartlarında bir futbol istiyorum. O nedenle sorumu böyle sordum.
6. madde doğrudur. Zira Maurinho, Van Gaal gibi adamlar iyi futbolcu değil ama iyi teknik adamdır mesela. –Diğer maddelere baktım da o kadar da iyi değillerdir belki bilmiyorum- . Her futbolcu da teknik direktör değildir. Mesela Hagi de çok iyi değildir başkasına göre. Rijkaard 5 senede 2 şampiyonluk,2 İspanya Kral Kupası ve 1 Şampiyonlar Ligi kazanmış. 2005,2006 da La Liga da en iyi teknik adam,2006’da IFFHS,Uefa dan en iyi teknik adam ödülü almış. Hem futbolcu hem teknik direktör olarak Şampiyonlar Ligi ni kazanan sayılı kişilerden biri olmuş .Bu kadar argüman yeter mi 6. maddeyi çürütmeye?
5. için birşey söylemeye gerek var mı? Empati ve diyalektik diyelim.
4’e sonra dönücez.
3. arkadaş o zaman dünya da teknik adam yok. Kundaktan alması lazım çocuğu. Hani bu ateistlere sorulan soru vardır ya peki onu kim yarattı, bunu kim yarattı diye. Ateist te der ite evrim di bilimdi bakteriydi. E bakteri yi kim yarattı derler. Onun gibi işte. O zaten bu takımdaydı bu zaten altyapıdaydı.
1,2 ve hatta tekrardan 3 ‘e de toplu cevap verelim. İşte bu futbol denen olay sistem işi ise Galatasaray’ın A takımının başında Rijkaard, yanında Neskeens alt yapıda Evert Jan Derks, kondüsyoner Albert Roca Puyol. Yani sen sadece Rijkaard ı değil tüm bu sistemi beklemelisin. Cruyflar,Van Gaaller tek başlarına her işi yetişemiyorlar doğal olarak. Çünkü biliyor musun onlar da insan. Ama Galatasaray sadece Rijkaard’ı getirip işi sallamadı. Diğer adımları da attı. Sen bunu bile göremiyorsun. Bırak o ilah saydığın Cruyf'un yanında çalışmış adama Cruyf olma şansı ver bu dünya'nın bambaşka coğrafyasında. O kendini yırttığın Hiddink'in yardımcılığını yapmış Neskeens'e saygı duy.Ama işte sorsan herkes analist. Rıdvan sağolsun.- bir de arada geçmiş olsun- herkes Galatasaray’ın saha içi dizilişini, taktiğini falan analiz edip duruyor. Sonuçta da diyor ki Rijkaard gitsin. Rıdvan ilk başlarda Rijkaard’ın B planı yok diyordu. Şimdi Türkiye’ye uydu diye kızıyor.
Bak arkadaş, bize üniversitede dediler ki strateji 3-5 yıllık uzun bir plan taktik ise o stratejiye ermek için yapılan davranışlardır. Bak işte dün de söyledim. Rijkaard da kendini geliştirebilir. Futbol tabiriyle ‘kumaşı sağlam’. Temeli Rijkaard ve ekibinin üzerine kurmakta sakınca yok.
Ve gelelim 4. maddeye. İşte bu yüzden Rijkaard bir devrimdir. Bir gün buranın da İspanya gibi İngiltere gibi olması için bu gün Rijkaard’a sabretmek gerekir. Aksi halde her şeyi sıfırdan başlatmak saçmalık olacaktır. Tüm bu yatırımların çöpe gitmesi olacaktır. Sonra bana gelip de ağzının sularını akıtarak İngiltere, İspanya futbounu övme. Unutma, devrimler sancılıdır. Sarı, kırmızı da devrime uygun renklerdir hani.
5 Nisan 2010 Pazartesi
Empati,Diyalektik ve Rijkaard
Ben yine izledim o lanet maçı ve yine kazanamadık! Şampiyonluk gitti nasılsa diyordum ama Şampiyonlar Ligi de gidecek. Sivasspor ikinci yarı baskıyı kurdu ve göstere göstere golü attı. Tebrikler.
Gelelim asıl meseleye.Herkesin dilinde Rijkaard. Galatasaray’ın en iyi transferi olduğunu iddia ediyorum ve edeceğim de. Anelka’yı Daum’a, Ortega’yı Lorant’a emanet edenlere duyurulur!!
Nedenlerimi de vereyim de kimsenin aklında soru işareti kalmasın.
Rijkaard’ın bir futbol filozofu olduğunu söylemiştim. o nedenle sanırım ayrı bir hoşuma gidiyor. Felsefi sayılacak terimleri seçmem biraz da ondan.
Öncelikle empati boyutuna açıklık getireyim. Efendim Türkiye’de futbol ne diye sorsak anket sonuçlarını şöyle yorumlayabiliriz; profesyonel futbol liglerinde görev yapan teknik adamların bilmediği spor dalı. Hatta 100 kişiye sorsak 200 tanesi bu cevabı verir. Yok yok yanlış söylemedim. Serde Matematik Mühendisliği var. Döner döner aynı şeyi söyler o 100 kişi,o yüzden 100 de 200. Böyle bir şey mümkün mü? Sokaktaki herkes bilecek ama görevi bu olan insanlar sürekli eleştirilecek ve futboldan anlamamakla eleştirilecek. Sonra Fatih Terim ders almam,ders veririm deyince eleştiriyoruz. Rijkaard’ın futbolu bilmemesi mümkün mü? Ajax da oynamış, Milan’da oynamış, Barcelona’da teknik direktörlük yapmış adamdan bahsediyoruz. Şunu söyleyeseler saygı duyacağım; “ Benim futbol anlayışımla Rijkaard’ın ki uyuşmuyor.” Ama herkes paparazzi olmuş. Futboldan anlamıyor deyip sansasyon yaratma peşindeler. Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli Teknik adamlardan biri, Fatih Terim’in Milan’dan sonraki dönemde oynattığı futbolu beğenmedim ben mesela taraftar olarak. Lucescu şampiyon yaptı, gönderildi kimse demedi ki ah,vah. Defansif futbol oynatıyor, hoşumuza gitmedi gönderdik dedi. Ha Rijkaard’ın oynattığı futbolu da sevmiyorsun, sonuçlar da başarısız tamam ama bu onun futbolu bilmediği , analiz yapamadığı, taktiksel hamleler yapamadığı anlamına gelmez. O analizleri yapıyordur emin ol ama yöntemi farklıdır. Bir gazetede Rijkaard’ın Budist olduğunu ve sonuçlar çözümlenemez, zamanla kaybolur anlayışını benimsediğini okudum mesela. Komik ya da hatalı ya da herneyse ama bir anlayış. Bunu sevmezsin ve eleştirirsin ama önce karşındaki adam yerine koy kendini, onun da bir ‘aklı’ olduğunu kabul et,saygı göster sonra eleştir. Rjkaard’ın Barcelona’sını hatırlıyor musun? Oradaki analizleri ile oyuna müdahele edişini hatırlıyor musun? Bu adam hep böyleydi. Eğer kabullenmeyeceksen baştan söyleseydin. Havaalanına gidip karşılamasaydın.
Gelelim diyalaktiğe, her şey zıddını içinde barınıdırır di mi? Mesela bugün Sivas maçındaki orta saha yaratıcılıktan uzak ,vasat ama mücadeleci (!) bir futbol oynayacaktı. Öyle de oldu. Şimdi yıldızları(!) çıkarsa hücumcular defansa yardım etmiyor diyorsun, bunları çıkarsa yine sallıyorsun. Elano oynasa ne işi var diyorsun oynamasa kenarda oturur mu diyorsun. Yani bu adam ne yapsa birşeyler açık kalacak. Bak yine başa dönüyoruz, empati! Tercih meselesi. Sen olsan Elano’yla Mehmet Topal’ı oynatırsın ki bu ikilinin nasıl oynadığını da gördük. Futbolcu dediğin de insan. Performası var, psikolojisi var. Ve sonuçta futbol futbolu bilenlerle oynanıyor ve maalesef ben Kewell, Neill,Baros ve biraz da Dos Santos’tan başka futbolu bilen adam göremiyorum bu takımda. Nerede duracağını, nereye koşu yapacağını, ne zaman risk alıp ne zaman almayacağını ölçebilen adamlar. Neyse diyalektikten uzaklaşmayalım. Sen bu adamı eleştireceksen zaten eleştireceksin. Eleştirecek bir şey bulabilirsin. Çünkü her zaman birşeyler eksik kalacak. Sen Barcelona’ya bile Xavi,İniesta, Messi olmasa birşey yapamaz diyorsun çünkü. Sentez’e bakmıyorsun. Ama bu 3 futbolcunun 2 si – İniesta,Messi- ne zaman bu kadroya girmiş, Xavi 18 in yaşından beri Barcelona’da oynuyordu da neden Rijkaard zamanında yıldız olmaya başladı düşündün mü? Düşün işte. Ama unutma hayatta tesadüfler önemli. Her şeyi bilemezsin, her şeye hükmedemezsin. Run Lola Run diye bir film var bak onu izle, sonra saniye farkıyla neler değişebilir bir anla, sonra tekrar konuş.
Sen Rijkaard’ı Sparta’ya yakışırıyorsun çünkü senin vizyonun da o takımla aynı.Bir de aslında Rijkaard’ın kendini geliştiremeyeceğini iddia ediyorsun. Eksiklerini görüp de kendini geliştirme olasılığını hiç hesaba katmıyorsun. Çünkü sen her şeyi biliyorsun. Hazırsın. Olmuşsun. Öğrenmeye kapalısın. Eğer Galatasaray bir şey olacaksa bırak Rijkaard’la olsun. Bu yolu birlikte yürüsünler.Bırak sadece Rikaard bişiler katmasın, Galatasaray’da Rijkaard’a katsın. Her şeyi Rijkaard’dan bekleme. Öyle değilsin biliyorum ama bir kerecik olsun derviş gibi davran, sabret.
3 Nisan 2010 Cumartesi
We all live in a yellow submarine!
Aslında yazının adı total müzik olacaktı zira müzik dolu bir geceydi. Ama Ali Ece konser arasına bu şarkıyı sıkıştırınca, Liverpool sevgisinden olsa gerek başlığa bu adı verdim.
Gecenin başlangıcına dönersek; aslında her şey bir arkadaşın itüsözlük te dinar bandosu başlığına Peyote deki konser girisini okumamla başladı. Giriyi giren arkadaşla mesajlaşmaya başladık. Peyote zaten gittiğim bir yerdi. Arkadaş da Ali Ece yle internet sitesi hakkında konuşacağını söyleyince -zaten Total Futbol programında Dinar Bandosu’nun adını duymuştum ve dinlemek istiyordum- konsere gitmeye karar verdim.
İş çıkışı Akın’la buuluşup futbol ve internet üzerine güzel bir sohbetin ardından, konser saatini beklemeye koyulduk. Arada Anakaragücü-Beşiktaş maçına göz attık. Saatler geçmiş konser vakti gelip çatmıştı. Ali Ece ‘de -tabi ki maçı izleyip- Peyote’ye geldi. Arkadaşım zaten tanıyordu. Önceleri rahatsız etmemek adına biraz çekingen davrandım. Ama Pascal Nouma’nın gelmesiyle bu hissi bir kenara attım. Yukarıda gördüğünüz tek kare fotoğraf için izin istedim. Aslında Fırat İşbecer de oradaydı ve onun da fotoğrafta olmasını istedim ancak kadraj küçük olunca kendisi çıkmamayı tercih etti. (ve o tek karede ben berbat çıkmışım!)
Daha sonra blogdan bahsederek, programda tanıtım yaptıkları için yüzyüze teşekkür ettim. Ali Ece’nin blogun süper olduğunu ve takip ettiği bir kaç blogdan biri olduğunu söylemesi sevindirdi tabi. Bu nokta da gerçekleri mi söyledi yoksa nezaket adına mı yaptı bilmiyorum ama çok da üzerinde durmaya gerek yok sanırım:)
Tabi bu esnada masa Pascal Nouma ile fotoğraf çektirmek isteyenlerle doluydu. Bir arkadaşın uzattığı atkıya “hangi takım?” diye bakıp, Beşiktaş olduğunu görünce fotoğrafı kabul etmesi güzel bir detaydı. Daha sonra bir de Adanademir Spor atkısı çıktı ki o da sorun değildi.Zira o atkı daha sonra konser esnasında Ali Ece’nin boynunda olacaktı.
Beşiktaş beraberliğinin sıkıntısını üzerinden atan Ali Ece ve keyiflerini maksimize eden Dinar Bandosu’nun diğer üyeleri konsere başladı. Daha önce dinlememiş, konsere gitme kararı alınca youtube dan bir iki videolarını izlemiştim. Müzikleri tek kelime ile süperdi. Sahnede herhangi bir enstrüman çalmayan ve sadece danslarıyla kişileri coşturan bir Oynak Beyi olması daha önce pek rastlamadığım birşeydi. Ama söz konusu kişi Ali Ece olunca sanırım bu Oynak Beyine bir nevi ‘amigo’ görevi verilmişti. Yine solist’in alışılagelmişin dışında, en arkada olması da diğer enteresan bir detay.Pascal’la beraber biz hepimiz zenciyiz’i söyledik. Kapitalizm’e sallayıp, bir Everton’lu ile bir Liverpool’lunun aynı grupta müzik yapabileceğini gördük.
Verilen arada bir kez daha arkadaşlarıyla olan sohbetini baltalayıpirahatsız etmeyi göze alarak Ali Ece’nin yanına gittim ve bunları yazma izni aldım.
Sonuç olarak son zamanlarda geçirdiğim en eğlenceli gecelerden birini yaşadım. Kısmet işte, Pascal’a değil de bana nasip oldu gerçek Pascal’ı görmek.
1 Nisan 2010 Perşembe
Futbol Sergisi
Efendim Ceza Sahasının Dışı elini benden çabuk tutup sergiden bahsetti. Ama ben de,burnumun dibindeki bu sergiye er geç gitmş ve fotolar çekmiştim. Tekrar mahiyetinde olsa da paylaşayım.
Sergi Taksim meydanında ve sadece 2,5 lira
1992 Dünya Gençler Şampiyonu Milli Takım
Ve Manchester Türk futbol tarihindeki yeri ve önemi; Manchester City-Fenerbahçe maçının topu, forması ve Match Day magazini
Ve bu seneki Manchester United - Beşiktaş maçında, Beşiktaş'a verilen hediye;
Sergi Taksim meydanında ve sadece 2,5 lira
1992 Dünya Gençler Şampiyonu Milli Takım
Ve Manchester Türk futbol tarihindeki yeri ve önemi; Manchester City-Fenerbahçe maçının topu, forması ve Match Day magazini
Ve bu seneki Manchester United - Beşiktaş maçında, Beşiktaş'a verilen hediye;
Evde sinema keyfi
Ne yazılır ki bu maç için? Çok düşündüm neresinden başlasam, nesini anlatsam diye.. Bir ara vazgeçer gibi oldum, sonra aklıma gelen ilk şeyi paylaşmak istedim, "Neden evimde daha kaliteli bir televizyonum yok?" Dünya dışı bir futbol var sahada, nihayet Star maçı yayınlamayı tercih edip D-Smart a kaydırmamış.. Zlatan, Messi, Fabregas, Walcott ve devamı... Bunlar maç yapmıyorlardı gerçekten, farklı bir şeydi bu, futboldan öte, dünyamızdan öte... "Bir şölendi, bir şovdu" diye klişe bir cümle kuracağım aklıma gelmezdi böylesi bir maç için.. Tekrardan isyan ediyorum, "Neden daha kaliteli bir televizyona sahip değilim?"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)