31 Ağustos 2010 Salı

Gecelerin Takımı

Adnan Sezgin'in isminin karalama kampanyası dahilinde bu kadar zikredilmesi ve taraftarın(belli bir kesmin bunu para karşılığı yaptığı iddia edilsede) istifa Haldun Üstünel'in ismine geri dönülmesi açısından bu kadar ayağa kalkması, transferin son gününde Adnana Sezgin'i bıktırmış olacak ki, taraftara taraftarın anladığı dilden cevap verdi.

Üstünel döneminde ardarda Elano, Joe, Dos Santos transferleri gerçekleştirilirken bahsettiğimiz bir tabir vardı. Bu takım gecelerin takımı ve transferlerini gece İstanbul'a gizlice(!) getirmeyi seviyor. Sezgin de taraftara alışkın oldukları bu yöntemi gösterdi ve aynı Üstünel tarzı, 31 Ağustos'un ilk saatlerinde önce Misimoviç ve 1 saat sonra da Insua İstanbul'a geldi. Resmi açıklamanın yapılmamış olması sanırım borsayla alakalı bir durum. Fakat transferlerden Misimoviç'in bonservisi ile Insua'nın ise 1 yıllığına kiralık olarak geldiği söyleniyor.

Geçen sezonda bu çılgınlığı yaşamıştı bu taratar. İngiltere'den gelen oyuncuları, yapılan mantıklı transfer politikası(satın alma opsiyonlu kiralama yöntemi) derken sezon sonu "ah"lar "vah"lar oynandı. Umalım da benzerliği bu yanı benzemesin. Tüm camiaya hayırlı uğurlu olsun.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Galip Gelmek

Spor Toto Süper Lig'in 3. haftası Galatasaray için daha da önem kazanmıştı, Lviv elenişinin ardından. Fakat şöyle zor bir durum vardı. En son galibiyetini 90'lı yıllarda aldığı, son 4 maçında 3 yenilgi 1 beraberlik çıkarabildiği bir takım karşısına çıkacaktı takım: Eskişehirspor. Birde Avrupa'dan elenişin yankıları oyuncuların üzerinde bıraktığı kara bulutlardan ötürü zorlu bu mücadele daha bir zor olmuştu. Tüm bu görüşlerin ağızlarda dolandığı havada başlayan karşılaşmada iyi oynamamasına karşın 3 puanı hanesine yazdırdı Galatasaray.

Maça klasik oyun şablonunda başladı Galatasaray. Orta üçlüde sakatlıklar nedeni ile bu maçta Elano, Sarp, Ayhan üçlüsünü tercih etmişti Rijkaard, kanatlarda da Arda ve şaşırtıcı bir tercih Barış oynuyordu. Tabi Barış tercihinin nedeni olarak benim öngörüm şöyle oldu. Barış, tam bir kanat oyuncusu değil, top tekniği de fena sayılmaz ancak hızı ile kanattan iş yapabilir fakat asıl amaç orta saha oyuncusu olma özelliği ile güçlü ortasahası olan Eskişehir'e bu alanda karşı koyabilmek. Açıkcası bu tercih elde varolanların arasından fena sayılmayacak derecede sonuçlar doğurdu. Arda ise Karpaty maçından farklı olarak, birazcık daha istekli göründü ilk yarıda. Tabi 23 yaşında, 10 numaralı formaya taktığı pazu bandı ve medyanın onun üzerinde ki müthiş baskısı yıpratıyor onu-aynı yaştayız anlayabiliyorum onu az da olsa-

Galatasaray'ın gerek iki Karpaty maçında, gerekse de Es-Es maçında açıkca görülen orta saha problemi var. Defanstan kurulan oyun sistemi içerisinde, ne Ayhan, ne de Sarp gelip topu alıp, hucüm bölgesine taşıyamıyorlar. Arda defansın önüne kadar geliyor, yada Baros, orta yuvarlak yakınlarında top alıp verme çabasına girişiyor. Tüm bunların sonucu olarak da pozisyon üretemiyor takım. Atılan golde dahi, Neill'in ayağında patlayan top, ileriye şişirildikten sonra Elano ve Baros'un koşuları sonucu kaleci hata yapınca geldi. Fakat ikinci yarı, yorgun Elano, çıkıp yerine Aydın girince biraz daha toparlandı takım, ikinci yarının başlarında Es-Es baskın gibi görünse de önce Arda ve Sarp'ın güzel ikili oyunundan ardından Arda veBaros'un ikili oyunları sonucu Servet'in ayağından 2 farklı üstünlüğü yakaladıktan sonra rölantiye aldılar ve ligin ilk 3 puanını hanelerine yazdılar.

Es-Es cephesinde ise aslında herşey iyi başlamıştı denemese bile oyun anlayışı açısından iyiydi takım. Yenilen hata gol olmasa daha da hızlı başlayabilirlerdi. Fakat olası bir 2. golden sonra işlerin daha zora girecek olması biraz bozdu onları. Hatayla yenilen gole, hata sonu attıkları bir golle karşılık verdiler. Burda da sanırım futbolun adaleti varmış diyebildik. Özellikle orta sahası çok kuvvetli Es-Es'lerin. Sağ bek gibi oynayan Koray müthiş bindirmeler yaptı kendi kanadında,ortada Sezer ve sonradan oyuna giren Adem ileri çıkışlarda başarılıydılar. Savunma yönünde ise zaten orta sahası kısır GS'a karşı- özellikle Ayhan'a karşı- pek zorlandıkları söylenemez. Sezgin'in şutları ise harikaydı. İlk yarıda maçın en güzel anlarından birini yaşattı bize, ceza sahası yakınlarından vurduğu şutu çıkaran Ufuk'la birlikte. İlk yarıda alamadıkları riski ikinci yarının başında almayı denediler ve Koray'ın boşalttığı alanda Sarp-Arda verkacı golü getirdi ve hemen ardından gelen üçüncü golle dirençleri iyice kırıldı.

Maçtan birkaç ekstra anektod aktarmak da gerekiyor sanırım. Örneğin, ikinci yarıda yerini Aydın'a bırakan Elano maçın kalan kısmını kulübede değil, kale arkasında fotoğrafcıların oturduğu kısımda izlemeyi tercih etti. Son dönemlerde adı gidicekler listesinde anılan oyuncunun, neden böyle bir tercihte bulunduğunu ben şahsen anlamadım. Özellikle de takımda bu kadar kalmak isterken. Belki de yönetime bir tepkiydi. Gerçi şu sıralar yönetime gelen tepkilerin ardı arkası yok malesef.

Birde tabi, GS taraftarları için önemli olabilecek Ufuk'un yaptığı hatadan bahsetmek gerekir. Neden Ivesa değil ufuk diye düşünürseniz, Ivesa'nın buna benzer hataları olduğu ve Ufuk'un kaleyi devralabileceği bu dönemde ki bu hatasının daha önemli olduğu yanıtını hemen verebilirim. Aslında bir pozisyon öncesinde harika bir şutu çıkaran Ufuk'un böyle bir hata yapması, onu moralman fazlasıyla etkiler, fakat Rijkaard'ın son iki maçta görevlendirdiği kaleciye sahip çıkmaya devam etmesi gerekir kanımca. Tabi bu geceden sonra yayın yapan programlar, hemen yabancı kaleci transferine odaklandılar bile. Bu kaos ortamında Ufuk'un kendini toparlaması umudu ile..

29 Ağustos 2010 Pazar

Büyük Takım Bursaspor

"Spor Toto Süper Lig 3. hafta karşılaşmalarından olan Bursaspor-Sivasspor maçı 2-0'lık Bursa galibiyeti ile bitti." Şimdi bu yazıyı okuyan bir futbolsever Bursa'nın net bir galibiyet aldığını farz edebilir. Çünkü gerçekten de 2-0 iyi bir sonuç, hele ki Mesut Hoca'nın gayet iyi hazırladığı bir Sivas karşısında. Açıkcası maın 90 dakikasını izlemedim. Sadece TRT'den geniş özetini izleyebildim. Fakat özet görüntülerde 2-0 yani net kazanan Bursa'nın gol dakikası olan 81. dakikaya kadar pek de önemli pozisyonlar yakalayabildiğini, bunları kaçırdığı için ilk golün 81'de geldiğini söylemek yanlış olur. Aksine Atatürk Stadı'nda müthiş bir Sivasspor vardı. Bursa defansı bir çoğuna geçit vermedi ama tehlikeli akınlar hep Sivas kanadından geldi. Peki nasıl oluyor da neredeyse 90 dakika boyunca üstün olan tarat Sivas olmasına rağmen Bursa maçı 2-0 kazanıyor. Buna elbette şans diyenler çıkacaktır ancak olayın içeriği çok başka.

Ertuğrul Sağlam Faktörü

Ertuğrul Hoca, Beşiktaş'ın başına geçtiği dönemde Beşiktaş'ın Alex Ferguson'u olmak istediğini dile getirse de Bursaspor'la Brian Clough misali bir başarıya imza attı. Bu başarının değerlendirmesini sezon sonu yazılarımızda belirtmiştik. Yeni sezona artık beklentiler bir üst seviyeye yükselmiş halde başladı takım. Bu seviye Sercan'ın açıklamalarından devşirme, Madrid'e kafa tutmasıydı belki de. Ancak süper kupa maçında Trabzon karşısında ki performans tatmin edici değildi ve kafalarda az da olsa soru işaretleri bırakıyordu. Ancak bu soru işaretine sahip olmayan tek kafa Ertuğrul Hoca'nınki idi. O ne yaptığını ve ne yapacağını çok iyi biliyordu. "Şampiyon Takım" unvanlı kadroya, bununla nasıl baş edilebileceğinden tutun da,"büyük takım nasıl olunur"'a kadar herşey, sahada ki takımın ruhunda görülüyor ve bunun tek ve yegane nedeni Ertuğrul Hoca. İşte tüm bunların semerisidir bugünkü Sivas galibiyeti. Büyük takım oldularının kanıtı ve yüksek beklentileri karşılayabilecenin sinyalleri.

Kemik Kadro'yu Korumak ve Doğru Transferler

Sezon sonunda adı, özellikle İstanbul'un büyükleri ile sıkça-ki Sercan'ın adı halen Beşiktaş'la anılıyor- anılmasına rağmen rağmen, gerek başkan İbrahim Yazıcı'nın tutumu, gerekse de Ertuğrul Hoca'nın tutumu bu oyuncuları satma zamanın şimdi değil, daha ilerler olduğunu söylüyordu, öyle de oldu. Tabi bunun sonuçları düşünülerek bu kararlar alındı. Sonuçları ise işte bugünlerde çıkıyor karşımıza. Sivas'dan, çok bir şey üretemeden yıldız oyuncularının sahne alışı ile 2 farklı üstünlük ve 3 puanla dönüyorsun. Gerek Volkan, gerek Ozan gerekse de Sercan'ın-halen form düzeyini yükseltemese dahi- kadroda tutulması önemli işler. Bunlara yeni transferlerin doğruluğu da katılınca ortaya daha güzel işler çıkıyor. Insua olsun Nunez olsun hem kadro derinliği hemde oyuncu kalitesini düşürmeden yapılmış doğru transferlerdir. Bu konuda da Ertuğrul Hoca'nın hakkını teslim etmek gerekir.

Sonuç olarak aslında Bursaspor'un durumunu irdelerken, bu noktalara nasıl gelindiği, buralarda neler yapıldığı, ilerleyen zamanlarda neler olacağını düşünürken farkediyorum ki neredeyse hepsi Ertuğrul Sağlam'a çıkıyor. Gerçekten son dönemlerde Türk futbolunun en önemli ismi. ŞL'de düştükleri grupta ki hamlelerini ise dört gözle değil 8-10 gözle bekliyorum. Onun yarattığı bu Bursaspor'u izlemek gerçekten de büyük keyif.

27 Ağustos 2010 Cuma

GS'nin ilacı


Artık herkes hem fikir. Başarı için plan ve program gerekiyor. Peki bugün takımlarımızın içinde bulunduğu, hatta Türk futbolunun içinde bulunduğu durumdan kimler sorumlu?

Yarım yamalak da olsa zaman zaman belirttik. Lafa gelince endüstriyel futbol diyenler, şirketleşenler, yöneticisi oldukları futbol kulübünde iş dünyasının hangi gerekliliğini yerine getirmiş? Ben olaya GS açısından yaklaşacağım. Bu sene başkan Adnan Polat çıkıp branşlarda profesyonelliği gideceğiz, artık şube sorumluları kalkacak ve profesyonel yöneticiler gelecek dedi. Geç kalınmış bir açıklama. Ama zararın neresinden dönsek kardır. Hatta bu uğurda taraftarla karşı karşıya gelme uğruna Haldun Üstünel'le bile yollar ayrıldı. Sonrasında yapılan hamlede ise zaten 2006'dan beri görevli olan Adnan Sezgin, profesyonel yönetici diye önümüze sürüldü. Akla e o zaman bu adamın bugüne kadar görevi neydi diye düşünüyor insan.Haydi onu geçtim bugüne kadar GS ye ne gibi katkılar yapılmış. 1992-93'teki ilk görev döneminde istifa edenlerin arkasında kalanları da sayarsak 6 teknik adamla çalışmış. 2006 da geldiği ikinci döneminde ise Rijkaard'ı da sayarsak 6 .teknik direktör. Sezgin'in kariyerinde bir ilk olarak Rijkaard 2. senesinde. (detaylı bilgi için bkz. o bir teknik direktör öğütücüsü). Transfer edip gönderdiği oyunculara girmeyelim bile.Peki şimdi bu kişiye güvenip geleceğe yönelik plan,program,vizyon,strateji oluşturmasını nasıl bekleyebiliriz? Bu koşullarda Adnan Sezgin'li şampiyonlukların "tesadüf" olduğunu söylesek kim ne diyebilir. Bİr takım bir sene öyle bir sene böyle olabilir mi? Çok açık ki günü kurtaracaksınız Adnan Sezgin iyidir. Ama eğer orta-uzun vadeli planlarınız varsa, üzgünüz yanlış kişiyle çalışıyorsunuz. Son senelere bakın Gs sürekli bir yapılanma içinde. Transfer edilen oyuncu sayıları hep çok fazla.Ama nedense bir yapılanamadı. Sonra takımın birbirine uyumu, oyun karakteri oluşmaması süpriz gelmemeli. Mesela Barcelona'ya bakın. Sezonda 3 oyuncu ya alır ya almaz. Çünkü kadrosu oturmuştur. Tüm faturayı da Adnan Sezgin'e kesmek belki hata, plan programı yapan ve bu plana onay veren herkes gitmeli aslında.

Peki çözüm yok mu?

Elbette var. Resimde görülen adam mesela. Guardiola'dan önceki Barcelona kaptanı,dünyanın tanıdığı bir futbol adamı, Galatasaray'ı tanıyan,bilen bir kişi. Futbol adamlığını işi bilirliğine,kaptanlığını yöneticilik kabiliyetine,futbol dünyasındaki ismini de vizyonuna saysak sanırım taşlar yerine oturur. Rijkaard'la da uyum içerisinde çalışabileceğine inanıyorum.

Tabi bu bir fikir. Belki bir fantezi. Ama hiç bir şey yapamıyorsanız Bahçeşehir Üniversitesi'nin FIFA onaylı spor yönetimi programından adam alın.

Rezalet

Karpaty Lviv, Ukrayna Ligi'nde ki bir takımdır. Teknik kapasitesi çok düşük, sistematik yapıları ise ellerinden geldiğince uygulananlardan. Ama bu takım 2 ayaklı Avrupa Ligi gruplara kalma mücadelesinde, 2000 yılı UEFA Kupası Şampiyonu Galatasaray'ı kupanın dışına iterek kendine yer buldu.

Şunu en başta belirtmek isterim, Lviv'in başarısını arka plana atmak istemiyorum ama kendilerini gruplarda bulmalarının tek ve yegane nedeni Galatasaray'dır. Takriben 10 yıldır Galatsaray taraftarıyım ve elimden geldiğince takımı takip etmeye dikkat ettim. Bu takip sırasında sanırım gördüğüm en "ruhsuz" takım bu gece Ukrayna'dakiydi. Teknik kapasiteniz yüksek olmayabilir, çok mücadele eden koşmayan bir yapınız olabilir, %100 hazır olmayabilirsiniz, yarı sakat durmunuz olmuş olabilir, bunların dışında kalan herşeye de kocaman bir eyvallah. Ama ya şu isteksizlik? Bu isteksizlik nedendir? Sanki Rijkaard zorla forma veriyormuş da onlar da" hocamızı kırmayalım çıkıp 2 top atalım sahada" diyormuşcasına insanlar topluluğunu izledim ben bu gece. Bundan farklı bir Galatasaray takımı gören, izleyen varsa beri gelsin..

Çaresiz Rijkaard'ıma ne diyeyim ki ben? Adam bas bas bağırdı, transfer istiyorum diye- ki maçtan sonra ki basın toplantısında da bile bunu dile getirdi-. Serdar Özkan, Ali Turan formsuz&ruhsuz, Pino sakat, Cana mecburiyetten pozisyonunda oynayamıyor ve verimsiz kalıyor. Elano konusuna hiç girmeyeyim çünkü çıkamam. Bu nasıl bir transfer politikası? Rijkaard'a sormuyor musun sen Adnan Sezgin, "kimi istiyorsun sen adam?" diye! Maç sonu toplantıda adam "Defans istedim alınmadı, alınanlar da sakat, ben ne yapayım? Elden gelen bu, buna da şükredin" diyor. Ama adam gibi adam Rijkaard, "elendik diye kaçıp gitmek yok, mücadele devam" diye de ekliyor. Sana da bu yakışırdı.

Bu Galatasaray benim Galatasaray'ım değil. Benim Galatsaray'ımın bana geri gelmesi için ne gerekiyorsa yapılsın. Ben 3 sene 5 sene 10 sene neyse razıyım başarı beklemem takımdan. Polat ya gitsin ya da ipleri eline alsın artık. Basında bakın Galatsaray haberlerinde adı en az geçen isim bu kulübün başkanı. Bir Adnan Sezgin'dir gidiyor. Ama onlada gitmiyor bu takım. Oyuncular desen, başta Ardu Turan-Kaptan senin için bu zamana kadar hiç kötü bir şey yazmadım, sen eleştirmedim. Ama bu gece sahada ki sen, sen değilsin. Bunu hemen farketmelisin ve gerekli tedaviyi uygulamalısın-, ne yapıyorsunu siz yahu? Çimlere çıkınca kendinizden geçip, kimliklerinizi yok sayıyorsunuz.

Köklü değişiklik talep ediyorum ben takımımdan. Çünkü resimde ki Galatasaray Spor Kulübü ismi Galatasaray Rezalet Kulübü olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Buda son nokta.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Seyrantepe'de Bizbize



Zaten hak etmemiştik. Maçın hiçbir anında futbolun hiçbir gerektirdiği şeyi yapamadık. Hayır bu takıma kimsede gelmez artık. Ya da işte yandık tutuştuk edebiyatı ile 3 misli verip getirirler. Şansın yaver gitmiş bir gol atmışsın. Dönen pozisyonda sol bekin yanında 2 rakip futbolcu var. Herkes defansta ama Hakan Balta yalnız.

Oysa Bursa maçında pasıyla,ortasıyla çok da kötü oynamamıştık. O ortasahayla olacağın en iyisidi. Bu akşam ise Baros yalnızlar rıhtımında,defans oyuncuları aşık gibi avareydi. Rijkaard, İstiklal'deki içli köftecinin ortağı sanki. Sabırtaşı olsa çatlardı bu Ali Turan'a,adamın kafası bile çatladı, Rijkaard durdu. Eski sevgilim, benden kurtulmak için midir nedir, aşk diye bir şey yok,sevmek falan hikaye demişti. Israrla ona bir şeyler ispatlamaya çalıştım. Sonu malum. Rijkaard'daki ısrarcılığımı da buna benzetiyorum artık. Sanırım yanıldım. Rijkaard'da değil aslında. Hani onu eleştirebileceğim tek şey şu takıma panik olmamayı, ayakları yere basmayı öğretememesi olsa gerek. Yoksa malzeme ortada. O kadar yorumcu burası Türkiye, İspanya değil derken haklıymış sanırım. Bir tane oyuncu ileri gitmedi. Arkadaş bir tane inandığımız iş olmaz mı..olmuyor...

Velhasıl kelam Seyrantepe'de kendimiz çalıp kendimiz oynayacağız. Ama olsun UEFA kriterlerine uyan bir takımımız olacak.

Adnan Sezgin şampiyonluk gördü, başarılar da elde etti ama işte mevzu bu değil. O kadar sene de hiç bir sistem, hiç bir karakter katamadı.Bu adamın arkasında durmak için hiç bir neden yok. Yani bu adama bu kadar katlanmışız,Rijkaard'a mı sabredemeyeceğiz. Sonu kadar.

Velhasıl bu sezon GS, çernobilden daha tehlikeli. Arkasında kanser olmuş bir nesil bırakacak.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Beşiktaş'ın Unutulmaz 10 Yabancı Oyuncusu

1966-1967 sezonunda Macaristan'dan ülkemize gelmiş olan Szibor Szalayve Kuzman ile başladı Beşiktaş'ın yabancı transfer serüveni. Szalay, Beşiktaş formasını 3 defa sırtına geçirdikten sonra, ABD'nin Philadelphia Staptans takımına gitti. Szalay'la beraber gelen Kuzmanise sezonu tamamladıktan sonra arkadaşı ile aynı takıma gitti ancak bu bir sezonda yaptıkları ile hala adından söz ettiriyor. Beşiktaş tarihine bakıldığında, Macaristan'dan başlayan transfer politikasına, İskoçya'dan, Hırvatistan'dan hatta Gine'den bile oyuncular katılmış, ancak kimileri Szalay gibi adı hatırlanmayacak kadar tarih sayfalarına gömülmüş, kimileri ise Kuzman misali bir sezon dahi oynamasına rağmen hafızalara kazınacak etkiler bırakmış. Tüm bu oyuncular arasından oynadığı futbolla, efendiliği ile yahut taraftarlar ile kurduğu bağ ile fark yaratmış 10 oyuncu şöyle:

1- Pascal NOUMA
Robbie Fowler'ın Liverpool taraftarı ile kurduğu duygusal, empatik bağı, İnönü'de Beşiktaş taraftarı ile kurdu Pascal. Son dönem yabancı oyuncuları arasında, kırmızı kart görse dahi taraftarı tarafından alkışlanan tek yabancı oyuncudur belkide. Saha içinde ve dışında yaptığı birçok hareketle tüm ülke taraftarının en sevilen oyuncusu olan Nouma, karakter olarak da gözü pek, cesaretli ve hırslı bir yapıya sahip biri. Lens forması giydiği dönemde sahada kendisine "Pis zenci!" diyen oyuncuyu bulmak için soyunma odasına giren Nouma, bunu kimse sahiplenmeyince, sağ baştan başlayarak tüm oyunculara bunu hesabını soracak kadar cesaretli hemde. "Seyirci beni desteklemeye çalışırken, takımdaki diğer oyuncuları küstürdü" diyecek kadar da dürüst. 100. yılda takım oyununa, onun oyununu dahil etmek için taraftar baskısının kulüpte fazlaca hissedildiği nadir oyunculardan biri o. Olağanüstü yetenekleri olmasa da her maçta, içinde barındırdığı ateşi ve forma aşkıyla verdiği mücadele onu en yetenekli olmasa da en unutulmaz hale getirdi. Son olarak da, "Fransa'da doğdu, Beşiktaş'lı oldu, Helal olsun sana, Pascal Nouma, Pascal Nouma..."

2- Daniel AMOKACHI

Rasim Kara'ya hayran olunabilecek nedenlerin arasından bize göz kırpan en önemlilerden Amokachi. Gol vuruşları, driplingleri ve çalımlama yeteneği kadar fazla olsaydı ve daha disiplinli bir çalışma felsefesine sahip olsaydı ülkemize gelip de, üstüne yüksek meblağlarda kar koyarak yurt dışına gönderdiğimiz yabancılar sıralamasında hatrı sayılır bir yere sahip olurdu. Bu takımlarında Barcelona, Man UTD. gibi yüksek düzeyde futbol takımları olma ihtimalleri yüksek olurdu. Kara Boğa'yı unutulmaz yapanda, aynı Sergen Yalçın'da olduğu gibi topu ayağına aldığında taraftarı heyecanla dolduran çalımları ve golleri idi. 96-97 sezonunda oynanan Trabzonspor maçında attığı müthiş driplingden sonra kaydettiği golde unutulmaz goller arasında yerini buldu. Onun unutulmaz oluşunun en önemli kanıtı ise, Beşiktaş'ın transfer gündemine aldığı her Nijeryalı oyuncu için "Yeni Amokachi" lakabının yakıştırılması. Keza Christopher Ohen yada Iker Shorunmu isimleri lakap takmakta kullanılmıyor.

3-John CAREW

Son 10 yılda Beşiktaş'a gelen en değerli yabancı oyuncu denebilir Carew için. Yine son 10 yılda üstüne karla satılan tek yabancı oyuncu. Aslında Carew Beşiktaş'da oynadığı bir sezonda, kariyerinin genelinden daha düşük bir performans sergilemesine rağmen, Amokachi ve Sergen'de olduğu gibi topla oyununda taraftarı mest etmesi onu önemli kılıyordu. Onun "ölü" hali bile taraftarın gönlünde yer etmeyi başardı. Beşiktaş kariyerine çok fazla gol sığdıramadı belki ama rakip savunmayı yıpratıcı koşuları, Türkiye'nin vazgeçilmezi "pivot santrafor" özelliği, taraftarın gönlünü çalan diğer unsurlardı ve unutulmazlar hanesine yazdırdı kendini. Aslında halen Premier Lig'de yaptıkları ile ne kadar başarılı bir oyuncu olduğunu gösteriyor.

4-Oscar CORDOBA

Kendine aşırı güvendiğinden ötürü zaman zaman yaptığı hataları, Chelsea maçında Sergen'e yaptığı asist gibi oyunu geriden mükemmele yakın kuruşu ile telafi eden son yıllarda ülkemizde oynayan en iyi yabancı kalecilerden biri Cordoba. 2002'de Uefa Kupası üçüncü turunda 3-1 kazanılan maçta, avantajlı skoru korumak adına özellikle de maçın son dakikalarında yaptığı harika kurtarışlarla Cordoba, genç-yaşlı bir çok Beşiktaş taraftarının gönlünde taht kurdu. Arjantin'in yaşayan en büyük efsanelerinden biri olan Riquelme'ye tüm zamanların en iyi Boca 11'ni yapmasını istediklerinde verdiği cevapsa onun ne kadar iyi bir kaleci olduğunun kanıtı adeta: " Kesinlikle Cordoba'dan başlamak lazım. Onun kadar iyi bir kaleci yok". Unutulmaz bir kaleci olmasının en önemli kanıtlarından biri ise, takımdan ayrıldıktan sonra bavullarını toplayıp havaalanına gittiğinde, onu uğurlamaya gelen Beşiktaş taraftarını görmesi herhalde.

5- Federico GIUNTI

100. yılda kazanılan şampiyonlukta, bu başarıya imza atan oyuncuların tartışmasız en başlarında geliyordu Giunti. Orta sahada kazandığı toplar yada kazandığı ve ayağına gelen topları, üstün İtalyan becerisi ve soğukkanlılığı ile kullanışı onu, dönemin en güçlü orta saha oyuncusu yapıyordu. Özellikle Sergen'in üzerinde ki baskıyı azaltarak sorumluluk alışı, Sergen'in o dönem çok daha verimli oynamasının nedenlerinden biridir. Takım oyununu, takım olmanın ne demek olduğunu bilmesi, kurt hoca Lucescu'nun gözünden kaçmamış ve ona duyulan saygı her maçla katlanarak artmıştı. "Giunti'yi fethetmeden Beşiktaş yenilmez" kavramını ortaya çıkararak rakip takımlarında saygısını kazanmıştı. 100. yıl kadrosunda olması ve bu kadro ile başardıkları ile unutulmaz ön libero Giunti ismini, Beşiktaş tarihine yazdırmıştır.

6- Ronny JOHNSEN

Her dönem başımızın belasıdır sabırsızlığımız. Medyanın ağır eleştirileri ile yöneticilerin baskıları sonucu tahammül edilemeden gönderilen oyuncuların, gittikleri liglerde ve kulüplerde yarattıkları harikaları, iki elimizin avuçları arasına aldığımız yüzümüzü asarak izleriz. Beşiktaş tarihinden bir örnek vermek gerekirse bu duruma Johnsen, buna güzel bir örnek olur. Oynadığı sezonda harikalar yaratamadı ancak ardından gittiği Manchester United'da 6 sene oynayıp, sakatlıklar ve kart cezaları dışında Alex Ferduson'un bankosu oldu. Cantona'yla, Giggs'le, Beckham'la beraber oynadı ve unutulmaz 1999 Şampiyonlar Ligi finalinde sahanın en iyilerindendi. Bize ise kronik sabırsızlığımızın sonucu kaybettiğimiz Johnsen'i "ah! ah!", "vah! vah!" mırıltıları ile izlemek nasip oldu.

7- Marcus MÜNCH

Dönemin teknik direktörü Christoph Daum tarafından gönderilişinin nedeni olarak "Takımda İbrahim Üzülmez varken, Münch'e pek gerek yok" gibi bir açıklama gösterildi. Fakat bu iki oyuncu birbirinden çok farklı işlevselliğe sahip. Üzülmez, tekniği dışında ruhuyla oynayan mücadele eden bir görev adamı iken, Münch, daha usta ve teknik kapasitesi daha yüksek bir oyuncuydu. 2000 yazında Barcelona ile oynanan maçta görüldü ki aslında bu ikili birbirinden zıt ama birbirlerini tamamlayan bir ikili. Fakat Türkiye'de oyuncu seçimleri o dönemde teknik kapasite ve yeteneğe göre değil, yaratacağı sansasyona göre yapılıyordu. Bu nedenle Münch, daha onun tadına varamadan gönderildi. 1,5 senede yaptığı asist sayısı, Üzülmez'in 9 senede yaptığı kadar olduğunu gördüğümüz an ise, Münch için çok geç bir zamandı. Pascal'a o müthiş sol ayağı ile yaptığı asistler hala akıllarda, Seba'nın mirasına yapılanlarsa yüreklerin kanayan yarası halinde duruyor.

8- Joe Erwin KUZMAN

Görünüşü ile olmasa da oyun tarzı ile Batigol'u anımsatan kuzman, 66/67 sezonunda Beşiktaş formasını giydi. Kendisini takıma kazandıran Ljubusa Spajic'in Beşiktaş'a en büyük katkısı olarak görülür Joe. Çok değil sadece 1 sezon Beşiktaş'da kalmasına rağmen usta golcülüğü ile attığı goller ve renkli kişiliği ile taraftarın gönlünü kazanmıştır. oynadığı 22 lig maçında attığı 8 golün 5'i ile galibiyeti getiren isim olduğu için taraftar ona "Tek gol Kuzman tek gol" tezahüratını bestelemiştir. 50-70 yaş aralığındaki taraftarlar için halen bu formayı giymiş en kudretli golcüdür. Ülkemizde halen tartışılan "yabancıların Tükçe konuşması" sevdasını destekleyen bir oyuncuydu. 1 sezon içinde gerçekleştirdiği işler ile taraftarın gönlünü kazanması, onu unutulmaz kılan en önemli neden.

9- Cevat ŞEKERBEGOVİÇ

Alkol problemi nedeni ile Yugoslavya'dan Beşiktaş'a gelen oyuncu, sol kanattan yaptığı müthiş ortalarla ve kanattan oyun kurabilmesi ile herkesin gönlünden taht kurmuştu. 2 sezon giydiği Beşiktaş forması ile açtığı ortaları, dönemin en önemli golcüsü Feyyaz Uçar, "Beraber oynadığım ve en güzel pasları verip, en güzel ortaları açan oyuncu Şekerbegoviç'ti" şeklinde değerlendirir. Tempo düşüklüğü nedeni ile eleştirilse de, günümüzde halen onun gibi bir sol açık bulabilmek gerçekten de zor. Taraftarın ona "Şeker gibi golcü" şeklinde lakap taktığı Şekerbegoviç, olaylı geldiği Beşiktaş'dan geldiği gibi olaylı ayrılmıştır. Evli olmasına rağmen, yaşadığı yasak ilişki ortaya çıkınca Beşiktaş'dan ayrılmak zorunda kaldı. O zamanlar ört-pas edilen olay, bu dönemde yaşansa çok ses getiren bol ratingli bir olay olarak hatırlanırdı.

10- Les FERDINAND

22 yaşında, kiralık olarak geldiği Beşiktaş'da taraftarı 1 sezon boyunca mest etti adeta. Çok ısaydı macerası evet ama, o zamanların yarı çim, yarı toprak sahalarında yetenekleri ile birçoklarına bir futbol rüyası izletti. 88/89 sezonu Türkiye Kupası finali ilk maçında Fenerbahçe'ye attığı golden sonra, dünya kaleci efsanelerinden Schumacher'in kendisini tebrik ettiği sahne, futbol tarihimizde iki yabancının bizlere yaşattığı en güzel andır. Taraftar grubu onun için "Müjde, müjde size; Ferdinand'dan müjde size", "Haydi Ferdi zamanı geldi" bestelerini bestelemiştir. Kira süresi bittikten sonra ısrarla Beşiktaş'da kalmak isteyen oyuncuya Queens Park Rangers kulübü izin vermemiş, ardından da "Yılın Futbolcusu" seçildiği Newcastle'nin yolunu tutmuştur. Beşiktaş'lı birçok taraftar, içlerinde uhde, damaklarında kalan bu tadı gittiği her kulüpte takip etmesine rağmen, siyah-beyaz formayı giydiği Newcastle'a en çok yakıştırdıklarını saklamıyorlar. Bir İngiliz gazetesine verdiği röportajda "Ne öğrendiysem Beşiktaş'da öğrendim" şeklinde ki açıklamaları ile zaten unutulmayan oyuncuya olan sevgi katlanmıştır.

Listemizi oluşturan 10 oyuncudan sonra, adettendir diyerek 5 kişilik bir yedek kulübesi oluşturduk. Yedek kulübesinde ki oyuncular ise:

1- Antõnio Carlos ZAGO: 100.yılda ki başarının gerisindeki müthiş isim. Lucescu'nun geriden paslaşarak oyunu kurma anlayışında ki temel parçaydı Zago. Sinirleri bozulunca yaptığı aşırı hareketlerle dikkat çekmesine rağmen, yaşının ilerlemesi ve temposunun düşmesinin ardından bu sonun geleceği kaçınılmazdı. Yeri zor doldurulan oyunculardan biri

2-Marjan MRMIÇ: Özellikle 96/97 sezonunda Avrupa'da üst üste turlar geçilirken yaptığı kurtarışlarla birçok kişinin hafızalarına kazıdı ismini. "Kedi reflekslerine sahip" demek ne kadar açıklayıcı olur bilemiyorum ancak gönderilişinin nedenlerini anlamak pek de anlaşılabilir bir durum değil.

3-Stefan KUNTZ: Kaiserslautern'de yetişmiş, Beşiktaş'a Alman ligi gol kralı unvanı ile gelmiş, müthiş bir profesyonel. Daum tarafından sol bek, oyun kurucu hatta stoper mevkinde oynatılarak katledilen oyuncu tüm bunlara rağmen koruduğu profesyonelliği ile parmak ısırttı. Taraftarında gönlünde ki yerini kaptı.

4- Ronaldo GUIARO: Zago ile beraber 100.yıl oyuncularından. Müthiş sezgileri ve Zago ile oynama avantajı ile başarılı bir performans sergiledi Beşiktaş kariyerinde. Defansif başarılarını, önemli maçlarda attığı gollerle ofansif olarak perçinleyişi en önemli artısı.

5- Sava PAUNOVIÇ: "Tam anlamı ile nokta santrafordu" der Güven Taner usta onun için. Gerçektende doğru yerde doğru zamanda oluşu ve bitiricilikte ki ustalığı ile bir çok gole imzasını atmış, özellikle vurduğu gülle(!) gibi şutlarla Yugoslav futbolunun önde gelen ismiydi. Jeneriklik şutları ise hala Beşiktaş'lıların akıllarında.

NOT: Yayınlanacağı iddia edilen bir Beşiktaş dergisi için Haziran ayında derlediğim yazımı, derginin bir türlü yayınlanmamasından ötürü blogda kendim yayınlamaya karar verdim. Son günlerde Beşiktaş'ın yabancı transferleri ile de denk gelmiş oldu, güzel oldu. Zevkle okumanız dileği ile.