30 Haziran 2010 Çarşamba

Bıyıksızlar


"Futbolu ülkemizde sadece erkeklerin bildiği ve takip ettiği yanılgısına tokat niteliğinde bir cevaptır BIYIKSIZ hareketi!" diye açıklamışlar hikayelerini. Olay açık. Kadınlara ofsaytı anlatmak klişesiyle çok eğlendim zamanında. Gelin görün kü onlar bize kim bilir futbolun bilmediğimiz hangi güzelliklerini anlatacaklar.Güzel proje.Bir ara tribünde kadınlar olursa şiddet ve küfür azalır diye düşünüyordum. Sonra şu olaylı FB-GS basketbol maçında olanlar geldi aklıma. Yine de umutlu olmak lazım.Rastgele!

25 Haziran 2010 Cuma

İbrahim Dağaşan Hakkında Bilinmesi Gereken 10 Şey

Bucaspor'un yeni transferi, teknik direktör Bülent Uygun'un Sivasspor'dayken öğrencisi İbrahim Dağaşan'la ilgili bilinmeyenleri listeledik.

1- Futbola 6 yaşındayken Fransa'nın Angers takımının altyapısında başlayan İbrahim, 17 yaşına kadar bu takımda oynadı. Kadroda bulunan oyuncular içerisinde tek yabancı olmasına rağmen takımın kaptanı olan oyuncu, Türkiye'ye gelirken takım arkadaşları "Bizi bırakıp gidiyorsun" diye ağlamışlar.

2- Türkiye'de ki ilk profesyonel sözleşmesini İnegölspor'la imzalamış, bu formayı 3 sezon giymiştir. O dönem 2.lig B kategorisinde bulunan takımın hocası Nafi Bilaloğlu, İbrahim'in Türkiye'ye uyum sürecine yardımcı olan en önemli isimdir.

3- İnegölspor forması altında çıktığı hazırlık maçında, taraftarın kendisine takıtığı "imparator" lakaplı, dönemin Bursaspor teknik direktörü Nejat Biyediç tarafından beğenilmiş ve o sezon küme düşen Bursaspor'a transfer olmuştur. Geçirdiği ikinci sezonunda Raşit Çetiner yönetiminde kazandıkları 1.lig şampiyonluğu onun profesyonel kariyerinde ki ilk şampiyonluk olmuştur.

4- 2008 yılında transfer olduğu Sivasspor'la altın çağını yaşamış, Bursa'da ki yedek kalma problemininden burada sıyrılmış ve özlem duyduğu futbol oynama isteği sayesinde tüm dikkatleri üstüne çevirmişti. 2 golle kapadığı Sivas defterinden sonra Bucaspor kariyerine 2010-2011 sezonu ile yeni bir sayfa açtı.

5- Milli takım kariyerin de ise 2004 yılında 1 defa U-19, 2005 yılında ki Akdeniz Kupası'nda 5 defa Olimpik Milli Takım(U-21 yada ümit milli olarak da bilinir), 2006 yılında ise 5 defa U-21 formasını giymiş ancak A milli seviyeye ulaşamamış. Oynadığı milli maçlarda ise gol sevinci yaşayamamıştır.

6- Eğitim hayatında, futbol kariyerinde ki gibi başarılı olamayan oyuncu, okulu ve okumayı bir türlü sevemeyenlerden. Fransa'da futbolcu olmak istersen bir yandan okula da devam etmek zorundasın. İşte bu bilgiler dahilinde lise mezuniyeti ardından eğitim hayatını noktalamış İbrahim.

7- Küçüklüğünden beri hayran olduğu, idolü ise İngiliz futbol duayeni Steven Gerrard. Gerrard'ın oyununu şu şekilde tanımlıyor kendince: "Hem çok agresif, hem de basit oynuyor. Gol atıyor,attırıyor. Bir orta saha oyuncusu olarak
çok doğru şeyler yapıyor".

8- Türkiye'ye geldiği 2001 yılından beri kendisine en çok katkı yapan teknik direktörler
sıralamasında, Bülent Uygun'u ilk sıraya koyuyor: "Bülent hoca sayesinde şuan olduğum yerdeyim"
Adaptasyon sürecinde yardımlarını esirgemeyen Nafi Bilaloğlu ve Bursaspor'a onu getiren Nejat Biyediç
ise listenin kalan isimleri

9- Hedefleri ve amaçları arasında milli takımın düzenli oyuncusu olmak başı çekmekle beraber, bir
gün bir arkadaşına verdiği sözü unutmuyor : "Bir gün mutlaka Fransa Ligi'nde oynayacağım".

10- Maç bitiminde sahanın ortasına diktiği Filistin bayrağı ile çok konuşulan İbrahim, bu konu ile ilgili
Tam Saha dergisine verdiği röportajda şunları söylüyor: "Soru: Filistin bayrağını bir maçın ardından
sahanın ortasına diktin ve bu çok konuşuldu. Benim bu konu ile ilgili merak ettiğim, bu tavır Filistinlilere
özel yapılmış bir tavır mı yoksa zulüm gören herkes için yapar mısın? Cevap: Kesinlikle yaparım. Bu olay
Filistin'de olmuş diye hassasiyet göstermiş değilim. Başka bir ülkede olmuş olsaydı, o ülkenin bayrağını
da dikerdim. Benim vermek istediği mesaj, orada hayatını kaybeden veya yaralanan çocuklara yönelikti.
Bugün orada sakat kalan, okula gidemeyen masum ve günahsız çocuklar var. Gerçekten içime
sindiremediğim bir olay Filistin'de yaşandığı için bayrağını dikmiştim. Amacım barış mesajı vermekti.
Politika yapmak benim haddim değil, çünkü politika benim anladığım bir şey değil. Herhangi bir tepki de
almadım. Çünkü beni tanıyanlar nasıl bir niyetle hareket ettiğimi biliyor. Böyle bir olay bir daha
yaşansa, yine aynı tavrı gösteririm.



24 Haziran 2010 Perşembe

Demokles'in Kılıcı:Almanya


Dün akşam Gana-Almanya maçını izleyebildim. Almanya'nın elenmesi tek dileğimdi. Çünkü bir turnuvada Almanya varsa o her zaman favoridir. Demokles'in kılıcı gibi diğer takımların üzerinde sallanır durur.Almanya elense, diğer takımlar bu psikolojik baskıdan kurtulup daha rahat olurlar ve biz de süprizlerle dolu bir turnuva izleriz diye düşünüyorum. Almanya'ya onursal şampiyonluk verilsin ve turnuvalara dahil edilmesin bence.
Diğer sözüm de Ömer Üründül'e. Sırbistan maçında Gana'yı yerden yere vurdu. Ahmer Çakar'ı kıskandıracak şekilde, futbolu bilseler orada pas verirler gibi laflar etti ama dün ne olduysa Gana süper oynadı. Ömer Üründül öve öve bitiremedi. Yani adamlar 3-5 günde futbolu öğrendi bir de ileriye taşıdı. Sonumuz hayrosun.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Grup Maçları #7



Dün oynanan maçlarla, grup maçlarının sonuna bir adım daha yaklaşıyoruz. Can havli ile oynayan takımlar bir üst tur için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar ve ne yalan söyleyeyim birinci maçların-Almanya maçı hariç- tümünü, ikinci maçlarınsa çoğunluğunu kapsayan yavaş ve zevksiz futbolda grup maçlarının bitimi ile bitiyor. Zevkten 4 köşe olansa bizler.

Her ne kadar adaletli gibi görünse de uzaklardan bakınca, şu aynı saatte maçların oynanma işi hiç hoş olmuyor. PIP veya PAP özellikli TV herkeste yokki arkadaş. İnsanların heyecanla beklediği Dünya Kupası zevkini neden ellerinden alırsınız hiç anlamam.

Dün için ufak bir notu daha vereyim. Akşam aynı anda oynanan iki maçta da Üründül hezimetinden uzaktık, mutluyduk, huzurluyduk. Şu spikerler de birazcık daha dikkatli olsa herşey lehimize gelişiyor diyebilirim.

*Mazlumların ahının bedeli

Daha turnuva başlamadan sevimsizliklerine sevimsizlik katmışlardı. Zaten turnuvaya Domenech'le gitmelerinin saçmalıkları konuşulurken birde turnuva devam ederken Anelka olayıyla daha da abarttılar işi ve bir deyişle kendi insanlarının bile turnuvadan elenmesini isteyen bir takım haline geldiler. Ne bekliyordu federasyon acaba bu turnuvadan? Nasıl bir başarı hedefi ile geldiler Afrika'ya? Koskoca Fransa takımını rezil kepaze ettiler Dünya'ya. Elleri boş durmayan bir ülkenin, ruhsuz futboluna karşılık gruplardan çıkmaması gösteriyor ki futbolun adaleti hakikaten varmış.

G.Afrika cephesinden benim beklentim turnuvaya renk katmaları idi fakat bunu pek gerçekleştiremediler. Kadronun gücü ortada, gruptan çıkmış olsalar dahi 2.turda elenirlerdi gibi bir görüşüm vardı benim. Futbol bu ne olacağı belli olmaz diyenleri duyuyor gibiyim ama güçlü rakiplerin karşısında fazla direnebilecek bir yapıları yok. Bunun kanıtı olarak da ortaya attığım sav, 10 kişi ve tarihinin en ruhsuz,en kötü futbolunu oynayan Fransa'ya karşı alabildikleri 2-1'lik galibiyetin hayal kırıklığı. Onlardan hafızalarda kalan tek şey sanırım vuvuzelalar olacak.

Gündüzün diğer maçı işte fotoğrafta ki yeminle başladı. Formalite maçı gibi bir maçtı ama riskliydi. Her iki takımda bir üste çıkabilecek durumdayken, yenilen goller, gelen gol haberleri ile yıkılan taraf olabilirdi. Bu nedenle maç öncesi, iki takımında birbirini zorlamadan beraberce üst tura çıkacağını tahmin ediyordum. Fakat helal olsun iki takıma da güzel bir mücadele gösterdiler sahada ve tüm tahminlerimi boşa çıkardılar. Meksika'nın gruptan çıkmasını şahsen ben istiyordum. Fakat 2.turda Arjantinle eşleşmeleri sanırım onlarında biletleri şimdiden ayırması gerektiğine işaret ediyor.

Uruguay, turnuvada iyi işler yapabileceğine inandığım bir takımdı. İlk maç dahil oynadıkları futbolda, sadık kaldıkları sistemleri ve takım gibi oynamaları göze çarpan ufak detaylardı onlar adına. 2 galibiyet, 1 beraberlik aldıkları gruptan 1.likle bir üst tura çıktılar ve rakipleri B grubunun 2.cisi G.Kore oldu. Bu eşleşmeden galip gelecek tarafın Uruguay olduğuna inansam da Kore'nin hızlı oyunun bir sürpriz yaratabileceğini de göz ardı etmemek lazım. Yazının devamında deyineceğim ama yeri gelmişken söyleyeyim. Nijerya karşısında, rakibine karşı daha üstün gibi bir takım görüntüsü çizseler bile yedikleri 2 gol iyiye işaret değil. Özellikle Uruguay'da ki Forlan, Suarez gibi fırsatçılar başlarına bela olabilir. Birde duran toplardan buldukları gollerin sayıca fazlalığı Uruguay'a işlemeyebilir. Defansta Lugano gibi duran toplardan çok can yakmış bir oyuncu var. Zevkli bir mücadele olabileceğine inanıyorum.

*Son nefesle olmuyor;hep son nefes gibi olmalı

Gece maçlarında ise kora kor oynanan Nijerya-G.Kore maçı damgasını vurmuş gibiydi. Çıkacak her farklı sonuç için değişen grup sıralamasını etkileyen maç hakikaten de zevkliydi izlerken. Her iki takımda mücadeleyi bırakmadı. Taktikler bozuldu belki, sistemleri de yansıtamadılar belli bölümlerde belki ama izlerken ben büyük zevk aldım. Nijerya aslında kötü bir takım değil ama eski Nijerya gibi de güçlü değiller. Eğer gruptan 2. çıkacak takım olmayı kim hakketti diye sorarsak bir çoğu bunu G.Kore'nin hakettiğini söyler. Bu açıdan gece maçlarında da başta belirttiğim gibi futbolun adaletli çarkı dönmeye devam etti. İkinci turda işinin zor olduğunu söyledim Kore'nin. Neler yapabileceklerini merakla bekliyorum.

*Litaretüre ekleyelim: "Maradona Sistemi"

Öncelikle şu konuya değineyim. Maradona kenarda kendine doğru gelen bütün toplara koşarak toptan kopamıyor. Açıkcası her Arjantin maçında dikkat ediyorum ve bu bana büyük zevk veriyor. Sanki izin verilse, formasını geçirip sırtına, sahaya girecek ve yine harikalar yaratacakmış gibi bekliyor sanki. Pusuya yatmış bir kurt gibi tilki gibi. Her fırsatta da gol sevinci yaşar gibi atıyor kendini yerlere. Onun bunun üstüne zıplıyor. Kucaklıyor yardımcı antrenörleri, masörleri, oyuncuları. Süpersin be Maradona. Hayranlığım kat be kat artıyor sana.

Arjantin'in kadrosu gerçekten müthiş. Sahaya çıkan her oyuncu yıldız niteliğinde. Fakat öyle bir isim var ki kadroda herkes saygısını bir kaç daha arttırdı bu turnuvada: Juan Sebastian Veron. 35 yaşında ki oyuncu 20liklere taş çıkartacak bir oyun sergiliyor. Efendiliğinden tutunda, hem kişisel hem futbol adına karakterine gıpta ile baktığım müthiş bir oyuncu. Turnuva da Arjantin adına Maradona'dan sonra en beğendiğim ikinci figür Veron.

Maradona, 23 kişilik kadroyu açıkladığında bir çok kesim tepki göstermişti. Zanetti'yi, Cambiasso'yu kadroya almadığı için. Sistemi nasıl oturtacağı da merak konusu idi. Orta sahayı güçlü tutmak için nasıl bir sistem olacağını bekliyorduk ki takım ilk maçtan beri neredeyse 5-0-5 taktiği ile oynuyor. Birde bunu 90 dakikanın çoğuna sığdırıyorlar. Hücum sırasında geriden beklerde hücuma destek vermesine rağmen grup maçlarında 1 gol yediler sadece.

Tek maçlı sistemlere geçtik artık A ve B gruplarında ki maçların bitimi ile. Bu maçlarda yapılacak her hata pahalıya mal olabilir takımlara. Bu açıdan Arjantin, kaza kurşununa denk gelir mi bilinmez ama Maradona'nın bu sistemi, iler ki yıllarda çok konuşulacak.

NOT: Herkesin tatile ihtiyaç duyduğu bu günlerde, bende h.sonunu fırsat bilip 2 günlük kısa bir tatil yaptım. Bu nedenle Grup Maçları yazılarım aksadı. Bu konuda ki anlayışınız için tüm okurlarımızı teşekkür ederim.

Herkes 1 Euro verse


Beşiktaş taraftarının Robinho arzusuna böyle bir çare bulmuş bazı kesimler. Bu tip kampanyalar zaman zaman olmuş ama gerçekleşmemiştir. Umarım bu sefer gerçekleşir. Bu aslında İngiltere'de Supporters' Trust yapılaşmasıdır. Ama futbolcu almak için değil de yönetime gelmek için kurulan bir dernektir. Uzun lafın kısası herkes 1 yerien 10 euro verse de bu para Demirören'in borcuna Yetse! Halkın takımı da gerçekten halk tarafından yönetilse.Güzel olmaz mı?

22 Haziran 2010 Salı

Çağlar Birinci'yi Yakından Tanıyalım

Galatasaray'ın küme düşen Denizlispor'dan kadrosuna karşılığında Murat Akça,Erhan Şentürk,Sadrettin Fırat Kocaoğlu ve Semih Kaya'yı bonservisi ile Serdar Eylik'i ise bir sezon kiralayıp üzerine birde 1.5 milyon€ gibi bir rakam vererek kattığı Çağlar Birinci ile ilgili bilinmesi gereken 10 şey.

1. Futbola içinde ki futbol sevgisi ve Trabzonspor aşkı ile ilkokul 4.sınıftayken Trabzonspor'un seçmelerini kazanarak başladı. Ancak ilerleyen kariyerinde gönül verdiği Trabzon'un A takımında forma giymesi nasip olmadı.

2. Özkan Sümer'in altyapı koordinatörü olduğu dönemde Mustafa Akçay tarafından Minikler takımına katılarak kariyerine başladı. Ziya Doğan döneminde A takıma alınarak, Almanya kampına götürüldü. Fakat kamp dönüşü, Orduspor'a kiralık olarak verildi. Yaşadığı sakatlık nedeni ile Orduspor'da 1 maça çıkabildi, bu nedenle bonservisi ile Bakırköyspor'a satıldı.

3. Bakırköyspor'da oynarken, kiralık verildiğini zanneden, sezon sonunda ise bonservisi ile satıldığını öğrenen oyuncu, gönül verdiği kulüpten bu şekilde ayrılışı kalbini bir hayli kırdı. Denizlispor izleme komitesinde yer alan Baba Kenan lakaplı Kenan Atay'ın referansı ile 06/07 sezonunda Denizlispor'a transfer oldu.

4. Minikler takımından itibaren sol bek oynayan Çağlar, 2007 yılında Denizlispor'u çalıştıran Güvenç Kurtar tarafından, bir milli takımlar arası hazırlık maçında stoper mevkinde denendi. Çağlar'ın kendisinin bile inanamadığını söylediği performansı ile sezon içinde zaman zaman oynadığı mevkiyi kazanmış olsa da sol bek oynarken futboldan müthiş zevk aldığını söylüyor.

5. Profesyonel kariyerinde, Orduspor, Bakırköyspor, Denizli Bld., İstanbulspor ve Denzilispor'da forma giyen genç oyuncu, oynadığı hiçbir takımda şampiyonluk yaşayamadı.

6. A2 milli takımda dikkatleri çeken Çağlar, 2008 yılında dönemin milli takımlar teknik direktörü Fatih Terim tarafından, sakatlanan Gökhan Zan'ın yerine kadroya alındı ve Belçika ile 10 Eylül 2008'de oynanarak 1-1 biten karşılaşma da ilk defa forma giydi.

7. Eğitim hayatında da, futbol kariyerinde olduğu gibi şanssız olan oyuncu, lise eğitiminden sonra girdiği ÖSS sınavını kazanmış, Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu sınavlarına ilk girişte sakatlık, ikinci girişinde ise kampta oluşu onu engellemiştir. Kariyerinde ise adale yırtığı, kas yırtığı, fıtık gibi sorunlarla sürekli karşılaşmıştı.

8. Küçüklüğünden beri, Trabzonspor'un efsane sol beki Abdullah Ercan'a olan hayranlığını sürekli dile getiren oyuncuya göre ideal bir sol bek şöyle olmalı : " bu bölgede oynayan futbolcunun öncelikli görevi savunma. İyi bir sol bek öncelikle o bölgeden gelen rakip atakları karşılayabilmeli ve ters kademelere girebilmeli. Bunları yaptıktan sonra hücum geliyor. Eğer o kulvarda ileri-geri gidebiliyor ve hücuma çıktığınızda topu iyi kullanabiliyorsanız, ideal bir beksiniz demektir.".

9. En büyük hedeflerini milli takımın kampında iken verdiği bir röportajda şu şekilde anlatan Çağlar, bugün hedeflerinin bir çoğuna ulaşmış gözüküyor : " Bugün milli takım kadrosunda olabilmek benim için büyük bir onur. Denizlispor'da bu sene elimden gelenin en iyisini yaparak, 4 büyük takımdan birine transfer olabilmeyi ve milli takımda ki devamlılığın devam etmesini arzuluyorum.".

10. Futbol konusunda ona her daim destek olan babası Remzi Birinci de döneminin amatör küme oyuncularından. Çağlar konu ile ilgili, o dönemin Trabzon Amatör Kümesi, bugünün TFF 2. Lig'den farksız olduğunu söylüyor.

NOT: Değerli kardeşim Hüseyin Ataş'ın klasiklerinden olan "..'nın bilinmeyen 10 özelliği" yazısından esinlenerek oluşturduğum bir listedir. Hüseyin kardeşime gösterdiği anlayış için çok teşekkür ederim.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Savunmasız keyifli futbol...



Bütün gün yolculuk yaşadığım için tek seyredebildiğim maç Kamerun-Danimarka maçı oldu. Aslında gün içinde oynanan maçların skorlarını öğrendiğimde de çok fazla bir şey kaçırmadığımı düşündüm.. Ancak, Ayvalık ta babayla yemekte içilen bikaç duble rakının yanında gidebilecek en güzel mezeydi bence Kamerun ve Danimarkanın maçı... İki ülke de savunma anlayışını hatta orta saha disiplinini bırakıp yalnızca gol atmak için oynayınca, ortaya seyir zevki yüksek, heyecan verici, rakının tadına vardıran bir maç çıktı ortaya.. Danimarka 2-1 kazandı ama, sanki Kamerun da 3-2 kazanmış olsa kimse şaşırmazdı.. Bu gecelik malesef bu kadar... Malum keyifli bir Ayvalık akşamı..

18 Haziran 2010 Cuma

Grup Maçları #6


Yeni tur yeni şans diye bir laf vardır. Genelde kumar tabiri olarak bilinir ancak bu sene Dünya Kupası için bu tarz bir cümle kurabiliriz: "İkinci tur, oh be".

Gruplarda ki ilk maçlarda takımların bir çoğu ilk iki sıra için tedbirli oyun oynamış, buda bizi oldukça sıkmıştı. Ancak ikinci maçlar başladı artık ve bu turda kazanan bir üst tur için büyük şans yakalayacağından herkes tedbirin yanında hücuma yönelik oyun oynadığından seyir zevki bol mücadeleler izlemeye başladık. Ne güzel, ne güzel, çok mutluyum bu durumdan. Fakat ofis için yazdıklarım halen geçerli.. :(

* E yani higuain, sen busun!

Arjantin-G.Kore maçında, ilk oynanan maçlara bakarak Kore'nin sürpriz bir sonuç almasını öngörebilirdik. Ama kağıt üzerinde ki Arjantin üstünlüğü maça da yansıdı. İzleyenlerin bir çoğuna ise nerede o Nijerya maçında ki Kore dedirttiler. Fakat bunda Arjantin'in kusursuza yakın bir top oynaması da rol oynadı. Kusursuz dediysek de kurulan taktik ve yıldız oyuncuların performansıdır kusursuz olan. Gol atamasa da Messi, özellikle ikinci yarı sazı eline aldı diyebiliriz. İlk maçta ve ilk yarıda saç baş dolduran Higuain'de yaptığı hat-trickle kendine geldi. Arjantin'in Dünya kupalarında hat-trick yapan 3. oyuncu oldu bu performansıyla.

Maçın koptuğuna inandığım dakikadan itibaren benim için en büyük eğlence, yedek kulübesine doğru gelen her topa Maradona'nın özellikle koşarak, topu ayağıyla oyunculara vermesi oldu. E zor iş tabi, efsane oyuncu olup da kenardan maçı izlemek. Çok hoştu bence :)

Dikkatimi çeken diğer bir Maradona farkı da maçtan önce koridorun başında bütün oyunculara sarılarak başarılar dilemesiydi. İşte her sektörde doğruluğu kesin olduğuna inandığım çekirdekten yetişme idareci tipi. Forza Maradona...

*Çok farklılar

Yunanistan Nijerya karşısında, ilk maçtan çok daha farklı, daha derli-toplu bir görüntü çizdi. Rehhagel, oyunculara iyi bir fırça çekmiş olmalı ki, herkes görevini elinden geldiğince yapmak için elinden geleni yaptı.

İki takımda gergindi aslında sahanın içinde aynı gruptaki dağılımın verdiği gerilim gibi. Bu gerginliği en aza indiren bu maçtan puan yada puanlar çıkaracaktı, öyle oldu denilebilir aslında. İlk golü bulan Nijerya'lılar gerilimi bir seviye daha artırınca kırmızı kart geldi, goller geldi giden en azından 1 puan oldu. Son maçında Arjantin'e nasıl dayanır Yunanlar bilemiyorum, tahminim odur ki Arjantin onları da geçer. Nijerya'nın ise son maçını averaj olarak avantajlı bir skorla Kore'yi yenerlerse ikincilik şansları var. Öyle bir grup dağılımı oldu B grubunda. Ancak G.kore, Nijeryadan alacağı puan/puanlarla Arjantin'le kol kola üst tura çıkar.

*Henry'e selam olsun...

-Unutamıyorum şunu bir türlü-

Gecenin kapanış maçında birçok kişiye göre sürpriz olan ancak benim çok da şaşırmadığım bir Meksika galibiyeti çıktı. Meksika, geriden ağır kalsa da aslında iyi futbol oynuyor. Gio'nun yarattığı pozisyonlar da onların gol bulabilmelerini sağlıyor. İleride ki becerileri biraz daha iyi olsa ilk maçı da 3 puanla kapayabilirlerdi.

Maç için nasıl yazsam diye düşünüyorken, internet üzerinden yazarımız Pascal'la konuşuyordum. Maçı bir kritik edelim haydi dedim. Karşılıklı bir kaç fikirleşmeden sonra üç aşağı beş yukarı aynı kanaate vardık.

"Kadroda bulunan Fransız oyuncuların bir çoğunun kökeni temelde Fransa'ta dayanmıyor, ki bir çoğunun ataları Fransız sömürge ülkelerinden gelme. Peki böyle adamdan ne kadar Fransız ruhu (Zidane ruhu) bekleyebilirsin ki?

Hadi diyelim ki ruhsuz oynuyor ama yetenekli bir oyuncu. Seni şöyle yada böyle götürür bir yerlere. Peki ya federasyonun yaptığının adını koyabilen var mı? Yahu elle, kolla, bacakla, kafayla, kısaca öyle yada böyle, şu dünyada en sevdiğim ülke takımını saf dışı ediyorsun. Dünya Kupası'na katılıyorsun. Takımın başında Domenech. Sonra yapılan açıklamalara bak, 'DK'nın ardından Domenech gidecek yerine Blanc gelecek.' Yahu yazıktır günahtır. Biz izleyenleri boşver ama fransız halkına da yazık. İnsanların umutları ile oynuyorlar. "

Şimdi beri gelin siz söyleyin sevgili okuyucular. Domenech yok, sömürgecilik çok. Siz Fransa milli takımında olsanız ne kadar ruhunuzu ortaya koyup oynardınız? Tarihi başarılarla dolu olan bir takım anca bu şekilde madara edilir ele güne.

17 Haziran 2010 Perşembe

Teknik&Dayanıklılık



Uzun zaman oldu, birşeyler karalamayalı buralarda.. Bir de enteresandır ki, siteye ulaşamıyordum bir kaç gündür.. Neyse ki bir şekilde halloldu da, ben de nihayet 9.15 in yazılarını okuyabilme şansına sahip oldum.. Öncelikle kendisine buradan -özellikle benim- blogdaki boşluğumuzu doldurmasından dolayı teşekkürlerimi sunuyor, "ellerine sağlık" diyorum. Gelelim Dünya Kupasına.. Arkadaşlarımızın belirttikleri gibi, ortak bir fikirle sıkıcı futbol oynanıyor ve Dünya Kupası hiç keyif vermiyor.. Bu böyleydi ancak bir çok futbolsever, bunlardan bir tanesi de benim, daha Brezilya, İspanya gibi takımlar oynamadılar diye düşünüyorduk.. Brezilyaya değinmeden, İspanyaya atlıyorum... Ki, İspanya birçok kişinin de favorisiydi..

İki G. Amerika, iki de Avrupa takımından oluşan grubun ilk maçında Şili, Honduras ı 1-0 la geçti ve 3 puanı kaptı.. Bu zaten çok da beklenmedik bir sonuç değildi.. Öğleden sonraki maçta, grubun ilk iki sırasını paylaşması beklenen Avrupa ekipleri, İspanya ve İsviçre karşılaştılar. Son Avrupa şampiyonu İspanya o bildiğimiz tekniğe dayalı, üstün ve baskın futbolunu yansıtmaya çalışırken; dikkatimi çeken bir şey oldu.. İspanya eleme maçlarındaki, Avrupa Şampiyonasındaki o pas trafiklerini dün yeterince işleyemiyordu.. 4-5 pas sonunda ya bir uzun pas deneniyor, ya defansın arasına top atmaya çalışıyorlar ya da uzaktan şut deniyorlardı.. Xabi Alonso ve David Villa benim gözümde çok kayıplardı.. Alonsonun direkten dönen bir topu var ancak, nerede o Sociedad ın lideri Alonso?? Iniesta ve Xavi Barcelonadaki gibi olsa da, Messi nin Arjantinli olması problemmiş gibi görünüyordu..


Gelelim asıl galip gelen tarafa.. İyi bir savunma anlayışıyla maça başlamıştı İsviçre.. Pozisyon verseler de çok çok etkili olabileceği anlar yaşayamadı İspanya. Yaşadıklarında da Benaglio başarılıydı. İkinci yarının başlarında buldukları golde, Erenin Pique nin yüzüne gelen tekmesinin büyük katkısı olduğunu düşünüyorum ama, istemsiz yapıldığı da aşikar. Golden sonra İspanyanın nasıl olsa atarız havasına bürünmesi İsviçrenin kendine güveninin artmasını da sağladı benim bakış açımda.. Del Bosque nin sahada en iyi görünenlerden biri olan Silva yı oyundan alıp Torres i sokması da, İspanyayı yavaşlatan hamlelerdendi. Villa yı çıkarmak da olmazdı belki ama o kadar kalabalık bir orta sahaya da ihtiyaç duymamalıydı 1-0 dan sonra.. Sonuçta İspanya golü bulamadı ve İsviçre 3 puanı kaptı... Şili ile birlikte tepeye yerleşti.. Şimdi Şilinin o hızlı oyunu İspanyaya sökecek mi diye düşünmeden edemiyorum.. Ancak Hondurasın dağınık savunmasıydı belki de Şiliye bu imkanı veren..


Sonuç olarak vardığım kanıyla noktalıyorum bozmuş olduğum suskunluğumu.. Teknik de bir yere kadar varmış, hırsın yanında.. Fizik gücü düşük bir kadro, dayanıklılıkla karşılaşınca sonuca gitmekte zorlandı.. Hitzfeld, İsviçre ve gurbetçilerimiz, Mesuttan sonra alkışı yeniden hakettiler... 2. maçlarla beraber keyif katsayısının da yükseleceğine inanıyorum, herkese keyifli ve istekli seyirler...

Grup Maçları #5


Kupa'da grup maçlarında ilk turun bitip 2. tur maçlarının başladığı günü yaşadık. Sonunda bu gün bizi biraz daha heyecanlandırabildi. Gerek Şili, gerekse de Hitzfeld'in İsviçre'si düne damga vurdu. Tabi bizim futbol zevkimizde tavandaydı.

*Yine Şili'lendi, Afrika Yolları

Almanya maçından beri aslında bu kadar güzel maçı ilk defa 14:30 maçında yakaladık. Şili, Honduras karşısında şahlandı adeta. Tüm Dünya'ya şu mesajı verdiler, "Biz top oynuyoruz arkadaş!". Onlar hep ama hep oynasınlar. Bizde onları keyifle izleyelim.

Grupta maçlar öncesi şöyle tahminler yürütülüyordu. İspanya açık ara birinci olur. 2.lik içinse Şili ve İsviçre yarışır. Bu yarışta da Honduras maçları önemli rol oynar. Eğer her ikiside Honduras engelini makul seviyelerde aşarlarsa, çıkarlar er meydanına kozlarını paylaşırlar gibi planların Şili kısmı tutarken, diğer taraf da çuvalladı. Honduras'ı küçümseyenler ise çok yanılıyorlar açıkcası. Bu maçta orta seviye performans gösteremediler ama kısıtlı kadrolarına rağmen kalan 2 maçlarında bir sürprize imza atabilirler. Şili'de ise Alexis Sanchez öne çıkan isim oldu. Heyecanından birçok topu kendi kullanmak istemese Şili'den bir Alman tarifesi görebilirdik Honduras'a. Açıkcası çokda şaşırmadığım bir sonuç oldu ve maçın genel görüntüsü ise biraz beni şaşırttı. Honduras iyi bir takım değil, Şili ise genç ve heyecanlı. Gelecek turlarda Şili'yi görmek heyecan katacaktır turnuvaya.

*Bazen istatistik hiçbirşeydir

İstatistiki üstünlük malesef futbolda sökmüyor. Basketbolda olsa istatistikleri üstün olan taraf maçın mutlak suretle kazanını olur ancak futbol sadece futbol değildir ve istatistiklerle oyun kazanılmaz. Kanıt mı istiyorsunuz? Fotoğrafa dikkatli bakın o zaman.

%75 topla oynama oranı, rakip takımı 11 kişi ile savunmaya zorlamak, yıldız oyuncu değil yıldız oyuncu"lara" sahip olmak bile bazen kesmiyor. Bu maçla ilgili konuşurken yazarlarımızdan sevgili Pascal bu maçı kritik etmek istedi. "Benim anlatacaklarım var" dedi bende topu göğsümle kontrol edip, pasımı ona atıyorum.

*Çocuğum Forlan olsun istiyorum

Gecenin son maçına şöyle bir giriş yapalım; İşte gün gece ki keyifleri tavana vurduran maçta ki gollerin müthiş kareleri.

Rakibin sırtına çarpması mı, yoksa Jabulani'nin estetik yapısı mıdır bilmiyorum ama sonuç olarak müthiş bir gol oldu.

Kimilerine göre penaltı, kimilerine göre ucuz bir düdük. Fakat yine sonuç Forlan...

Gecenin yıldızı Forlan'dan Suarez'e müthiş bir top, Suarez'den de aynı incelikte bir orta, Pereira'ya sadece golü yapmak kaldı.

Gecenin yıldızı kuşku yok ki önce Forlan'dı ardından da Suarez. Forlan'ı izledikçe bir oğlum olsun istiyorum ve oğlumun aynı Forlan gibi olsun diye özeniyorum resmen. Turnuvanın sahibini, kaba bir tabir ile madara ettiler sahada. Afrika sadece uzaktan birkaç şut vurmak dışında hiçbir etki gösteremedi. Uruguay maçı nasıl istiyorsa öyle kontrol etti ve bitirdi. Hatta bir 3.gol ilerki günlerde ki averaj sıkıntısına karşın atılmak istendi ve atıldı da. Baştan sona Dünya Kupası maçı oldu. Afrika'nın işi artık şansa bile kalmadı bence. Bunu da ekşi sözlükten bir girişle süslemek istiyorum. "Uruguay, Güney Afrika'yı evine gönderd... Bi dakika, Noluyo lan!" :)
Son olarak da bu maça yönelik bir kaç anekdot payalaşayım.
-Afrika, Uruguay maçıyla, bu maça kadar ki 14 maçlık yenilmezlik serisini kaybetti.
-Uruguay ise Afrika galibiyeti ile 17 maçtan sonra kazandı.
-Uruguay 1954'de ki 7-0 lık Meksika maçından sonra ilk defa en farklı skora ulaştı.

16 Haziran 2010 Çarşamba

Schuster ve Quaresma


Beşiktaş transfer dönemine hızlı bir giriş yaptı bildiğimiz gibi. Hem uluslarası bir isme sahip -başarılı ya da başarısız tartışılır ama en azından bilinen bir isim- teknik direktörü hem de yine marka olmuş bir ismi kadrosuna kattı. Hayırlı olsun. Ancak her iki transferde üslup yönünden çokça tartışıldı. Quaresma gitti geldi. Schuster'le Denizli'den önce mi sonra mı konuşuldu gibi tartışmalar bir kenara Borsa'nın bizim için tek faydasının biraz da olsa şeffaflık olduğunu gördük. Schuster 2.6 milyon, Quaresma ise 3,5 milyon euro alacak. Hocasından çok para alan oyuncu durumu -birçok kulüpte rastladığımız bir olay- umarım Beşiktaş'ın aleyhine gelişmez.

Not:Dünya kupası ile ilgili yazılarımızı yazan 9.15'i keyifle okuduğumu belirtmek istedim.Bloga büyük bir renk katıyor.Bonservisini almak isteyen spor mecralarıyla görüşebilirim:)

15 Haziran 2010 Salı

Grup Maçları #4


Ofiste çalıştığım için ve ofis malesef bana ait olmadığı için 14.30 ile 17:00 maçlarını internet üzerinden ofiste saklana saklana, diken üzerinde, "aha geliyor, yok yok gelmiyormuş" şeklinde izliyorum. Tabi buna çalışanların beni görüp görmeme durumu da dahil. Bu benim yaptığımda zanaat olabilir pek de. Birde o sıkıcı futbol benim tüm bu sıkıntılarımı ikiye katlamıyor mu? İfrit olduğum yerde buradan beri geliyor. Neyse böyle böyle grup maçlarından sonra zevkine varacağımız teoremini attım gitti.

*Klasik 1-0'cılık işe yaramadı

Slovakya, ben dahil bir çok futbolseverin sürpriz adayı. Şahsen, bir iki tane Slovak arkadaşımın oluşu beni daha da bir Slovak'cı yapıyor. Ancak bizim bütün beklentilerimizi boşa çıkarırcasına bir görüntü çizdi Slovaklar. Kupa genelinde hakim olan "atıp-yatma" hissiyatina fazla kapılmış olmalılar ki grupda ki konumlarını zora soktular.

Bizden Slovaklara da gözlerimizi dikmiştik maç esnasında. Vittek,Sapara,Holosko, yeni transfer Stock gibi. Ancak 80 dakika sadece Vittek'i izleyebildik. Tek golü de kaydeden Vittek'di. Maçın genelinde "Slovaklar topa çok hakimdi, kontrolü elinde tuttular" diyemeyeceğiz malesef. Çünkü maç Yeni Zelanda'ya nın zayıflığı açısından bakarsak maç, Slovakların aleyhinde oynandı. Zayıf rakibine karşı en az 2 fark atar dediğimiz Slovak'lar, bir deplasman takımı gibi oynadı. İlk yarının çoğu bölümünde neredeyse 11 kişi savunma yapıyorlardı. İkinci yarıda gelen golün üstüne yatmaya çalışınca da son 10 dakikada artan baskıya karşı gelemediler. Ben istiyorum ki onları bir üst turda da görelim. Fakat bu beraberlik sanırım en çok Paraguay'a yaradı.

*Dersimiz Ronaldo

Sıkıcı futboldan şikayet ediyoruz belki haksızca ama Portekiz-Fil Dişi maçında da bundan şikayet etmemizi sağlayanlar, yani sahada ki futbolcular da ayıp ediyorlar. Kadrolara bir bakarsanız kimler yok ki. Ancak futbol adına da pek bir şey yok diyebiliriz. En azından Portekiz'de.

Maçta futbol oynamayı değil, çirkeflik yolunu seçen Portekiz'lileri resim iyi tamamlıyor açıkcası. Ne organizeler, ne de futbol oynamak istiyormuşcasına sahaya çıkmışlar. Yani ne hanya ne konya. Fakat fildişi yine de kötünün iyisiydi. Verkaçlar, ara paslar, defansın arasına koşular. Maçta, Portekiz değil ama fildişi zevk verdi bana. Akşam ki Brezilya maçından sonra da fildişi-brezilya maçı için heyecanım arttı.

Ronaldo çok tartışılıyor, milli takımda yapamadıklarıyla. Dün bir yorumcu TV'de şöyle bir yorum yaptı bu konuda. "Nedenini açıkcası bulamıyorum. Hem milli takıma hemde Ronaldo'nun kulübüne bakıyorum, milli takımda ki partnerleri çok daha iyi. (Eskiden) Quaresma,Deco filan bunlar çok iyi, teknik kapasiteli oyuncular. Peki başarı neden gelmiyor? İşte burada tıkanıyorum" şeklinde bir şeydi. Bu görüşe çok katılamıyorum. Bunun doğru gelen tek tarafı başarının gerçekten gelmediği. Kendimce nedenini de Ronaldo'nun şımarıklığını bağlıyorum ben. Sahada çizdiği görüntü, "bu takım bana muhtaç" hissiyatı veriyor bana.

*Aman diyeyim Dunga!!

Gecenin son maçı ise hem ilk yarısı hemde ikinci yarısı ile gerçekten güzel bir maç oldu. İlk yarı, turnuvanın açık ara en zayıf takımı Kore'nin korkusuzca müthiş direnişini izledik. Kaybedecek çok fazla birşeyleri olmaması ile brezilya kalesine doğru ataklarla oynadılar. Fakat teknik kapasiteleri ölçüsünde çizgiyi aşıp bir gol bulamadılar. Bulsalar idi bugün herşey daha farklı olabilirdi. Brezilya ise ilk yarıya hem konsantre olmadan hemde "biz her türlü yeneriz, azıcık takılalım" tarzında bir kafayla çıkmışlar. Bu onlara pahalıya mal olacaktı ki devre arası imdadlarına yetişti. Dunga'nın her ne kadar görüntüsü itibari ile sert mizaca sahip olmasa da, soyunma odasında güzel bir fırça çekmiş olacak ki, müthiş bir brezilya başladı ikinci yarıya. Üründül'e turnuva boyunca tek katıldığım yorum geldi sanırım kendisinden. Hakikaten gol yahut goller bulacağı o kadar belliydi ki Brezilya'nın. Öyle de oldu. Sağdan bütün bir yarı bıkmadan bindirme yapan Maicon, kalecinin yanlış önsezisini iyi değerlendirip, güzel bir gol buldu.

Ardından maç boyunca birazcık boş işlerle uğraştığına inandığım Robinho, beni aşağılarcasına attığı harika pası Elano, yaptığı gol vuruşu ile gönlümü bir kaç kat daha fethetti ve yine ilk yarıda ki Brezilya'yı izledik ardından. "Zaten 2-0 yahu Kore 2-0'dan bize karşı 2-2 mi yapacak" . Ama ilk yarıda ki Kore tekrar geldi ve az kalsın kabusu oluyorlardı Brezilya'nın. Zayıf Kore'ye karşı oynanan bu oyunu ben pek kriter olarak almıyorum. Brezilya için turnuva asıl Portekiz ve Fildişi maçları ile başlayacak.

Grup Maçları #3



Dün oynanan 3 maçla devam etti Dünya Kupası. Etmesine etti ama içimizde ki o sıkılgan ruhu malesef çözemedi daha takımlar. Almanya maçının bir seviye altı bile olsa dahi o kadar zevkli maçlar izleyemedik. Özellikle de gece maçı İtalya-Paraguay ile başlamasından korktuğum "düşük tempolu gece maçları seremonisi" umarım öngörümün tam tersi yönünde devam eder.

*Klasik gündüz sendromu

Biz oyun temposunun artmasını bekledikçe takımlar daha sakin ve temposuz oyun oynamak için kupanın temposunu düşürüyorlar. İşte dönüm noktası dediğimiz Hollanda-Danimarka maçı da bu seviyede bir oyunla geçildi. Toplamda 20~25 dk. tempolu oyun izleyebildik.

İlk yarı, Kuyt'la, Wiel'le, Sneijder'in bir kaç frikiği ile geçildi. Her iki takımda birbirini tanımaya, özellikle Danimarka "kazanmalıyım" değil de "nasıl kaybetmem" mantığında oynadı. Ancak ikinci yarının hemen başında Danimarka adına sahanın en iyilerinden olan Simon'un uzaklaştırmaya çalıştığı top, ters yöne gidip Agger'e çarparak filelerle buluştu. Ardından maçın Hollanda adına en iyi oynayanlarından Elia'nın gönderdiği topa atılan şutun direkten dönmesi ile tamamlayan Kuyt skoru belirledi. Robben'in yokluğunda kazanılan her maç büyük bir avantaj Hollanda için. Yokluğunu Elia doldurabilir. Bu durumda da Kuyt, Robben'in mevkini tamamlamak zorunda kalmadan kendi mevkinde daha rahat oynar kanaatimce. Danimarka ise yaşlı kadrosu ile kanatlardan gelen cılız topları değerlendirme taktiğinde direnirse zaten çok az olan şanslarını iyice azaltırlar sanırım.

*Avantaja dönüşür mü?

Oynanan oyunlar bizi o kadar etkilemiş ki artık yorumlarımızda topa sahip olanın üstün taraf olduğunu kabullenmişiz. Bu kanıya bu maç için ne yazsam diye düşünürken vardım. Aslında gelenek olan temposuz oyun vardı sahada ama topa daha fazla sahip olan Japonya, bu görüntüsü ile bize üstün tarafmış gibi göründü.

İlk yarı topun kontrolü Japonya'daydı genel açıdan. Sağdan kesilen ortaya savunmanın hatası ile boşta kalan ve "doğru yerde doğru zamanda" teoremini destekleyen Honda tamamlayarak skoru lehlerine çevirdi. Golün ardından skoru korumaya yönelik atılımlarını başlatan Japonlar'a karşı takımın yıldızı Eto'o eşlik edecek herhangi bir oyuncu olmayınca yenilgide kaçınılmaz oldu. Özellikle de Eto'o'ya nazaran daha sade yetenekleri olmasına karşın takımda iyi işler başarabilecek Emana ve İdrissou gibi isimlerde kenarda olunca, Eto'o tek başına beraberlik için bile az kaldı.

*74'den sonra ki yağmurlar

Gecenin son maçı, son şampiyon İtalya ile kupanın sürpriz takımlarından Paraguay arasında oynandı. 1974 Dünya Kupasında yağan yağmurlardan sonra, yağmurla dolu bir gece geçirdik. Özellikle İzmir'in nefes bile aldırmayan sıcak gecesinde bizi serinleten sade ve sadece yağmur oldu.

Maçı izlerken kendimi Dünya Kupası maçı izliyormuşum gibi hiç ama hiç hissedemedim. Diğer maçlarda en azından o lanet olasıca sesi ile Vuvuzelaların oluşu belki bir nebze o havayı yaşatırken, yağmurun da etkisi ile vuvuzelaların susuşu ve oyuncuların nerdeyse oynamama istekleri tam bir lig maçına döndü maç. Yanı en azından benim için. Paraguay'ın formasına Athletico Madrid'i andırınca kendimi bir an La Liga macı izliyormuş gibi hissettim. Aureliano Torres'in maç boyunca kazanılan duran topları ters ayakla kesmesi önemli idi Paraguay adına. etkili ortalar attı ve birinde de golü buldular zaten. İtalya'da ise Pepe adından bahsettirdi. Her hücumda parmağı olduğu gibi gol atağına da parmağını sokmayı ihmal etmedi. Ancak turnuva öncesi Cannavaro'nun ısrarla favori gösterilmesi adına açıklamalrı kendisinin performansı ile örtüşse de takımla malesef örtüşemedi. Süpriz grup olarak nitelendirdiğim gruptan İtalya çıkamayabilir. Ve onların kabusu da Slovakya olabilir.





14 Haziran 2010 Pazartesi

Futbol Dergisine Teşekkürler..


Futbol Dergisi Haziran ayı sayısında Futbol Blogları bölümünde blogumuzun tanıtımına yer veren Romanista Bukowski adlı blogun sahibi sevgili Yağız Gönüler'e sonsuz teşekkürler. Yüreklerinde taşıdıkları futbol ateşleri ile bana ilhamın kralını veren sevgili Marat ve Pascal abilerime buradan sonsuz minnetimle beraber teşekkürlerimi sunarım. Umarım birlikteliğimiz uzun süre sürer ve daha nice blog tanıtımlarında sizlere teşekkürlerimi sunma fırsatı yakalarım.

Dünya Kupası Resmi yorumcusu



Usta(!) yorumcu Ömer Üründül'süz bir Dünya Kupası düşünülemezdi. Öyle de oldu. Grup maçlarını 9.15 arkadaşımız yazıyor sağolsun. Benim dikkatimi çeken ise Ömer Üründül'ün Sırbistan-Gana maçında, galibiyete rağmen Gana'yı yerin dibine sokmasıydı. Bu seviyedeki adamların futbolu bilmekdiklerinden dem vurup durdu. Zaten vuvuzela yeterince can sıkıcı bir de bir takım üzerine bu kadar taraflı yorum dinlemek baya bir etkiledi beni. Sonra da şöyle dedim kendi kendime:Ömer Üründül Türkiye'nin Vuvuzelasıdır!

13 Haziran 2010 Pazar

Grup Maçları #2



Vuvuzela, vasat futbol, zevksiz geçiyor sesleri artmaya başlamıştı ki Panzerler lakaplı Almanya, aslında herşeyin daha yeni başladığını müjdeledi bizlere sağolsun.

2. günde de Jabulani mi kaleciler mi tartışması

Günün ilk maçında karşı karşıya gelen Cezayir - Slovenya maçı aslında ilk iki günün zevksizliğini devam ettirdi. Açıkcası Dünya Kupalarının tüm olumlu yanlarının yanında bir festival olduğunu savunan biri olarak, oynanan futboldan maalesef bende pek hoşnut değilim. Mourinho'nun dünyaya hediyesi, "Güzel futbol diye bir şey vardır ama kazanamadığınız sürece konuşulan o güzel futbol olmayacaktır." düşüncesi 2010 Dünya Kupası'na da bulaşmış durumda. Dünya Kupası, şu an yerkürede oynanan en büyük turnuva ama bunu kazanabilmek adına da futboldan feragat etmek kanımca çok yanlış.

İşte tüm bu düşünceler akıllardan geçerken, düşüncemize tuz-biber eken bir maç oldu günün ilk maçı da. Mücadele ve güzel futbol tabirlerinden çok uzakta, futbol adına vasat denilebilecek bir seviyede oynanan maçta, dün Green'in başını yakan Jabulani, bugün de Chaouchi'yi yaktı. Ancak kusurun, topda değil, tamamen kaleci hatası olduğuna inanıyorum. Slovenya, grupta kanımca ABD ile ikincilik mücadelesi verecek ama bu oyunla ABD ile baş etmeleri zor. Her ne kadar grupta şuan birinci konumda bulunsalar da.

*Hayal kırıklığı

Turnuvanın en genç takımı(24.1) olan Gana, Sırbistan karşısında, kazanma şansı hiç olmadığı halde oynadığı futbolla göz doldurdu açıkcası. Gecenin son maçında ki performansını referans alırsak Avustralya karşısında da iyi bir futbolla puan/puanlar alabilecek bir performans grafiği çizdiler.

Özellikle Asamoah kardeşlerin oynadığı futbol gerçekten de takdir edilesi idi. Sırbistan ise büyük hayal kırıklığı ile kapadılar. Bu maçtan sonra grup maçları bitimine takımın uçak biletlerini almış olmaları, onlar için -ucuz uçak bileti- için gösterilebilecek tek avantaj. Yugoslavya ekolünün yanlış tarafını örnek almaları ise çıkarılabilecek tek ders. Artık güzel futbol oynarak kazanmayı öğrenmeliler.

*Özil gerçeği

Gecenin kapanış maçı ise izleyenleri büyüledi. Panzerler, turnuvanın başladığını hatırlattı bize adeta. Çok klasik ancak, turnuvaya katılamadığımız için, gerek Türk kökenli, gerekse de Süper Lig'de oynayan oyuncuları pür dikkat izliyoruz. Ancak bu gece Mesut bizi öyle bir imrendirdi ki...

Almanya'da büyük ilgi gören Özil, bu ilgiye karşılık taraftarlara hediyesini bu gece altın örtüler içerisinde verdi. Almanya milli takımının lideri rolündeydi. Takım savunmadayken Klose'ye yakın, hücumdayken ise orta sahaya yakın oynayarak, bir orkestra şefi misali takımı yönetti. Bu işin de üstesinden müthiş geldi. İlk yarıda kullandığı 21 pasın 17'sini isabetli ve ileriye yönelik kullanmış olması sanırım onun oyunun kısa bir özeti. 3. golün asistini yaparken ki savunmanın arasına yaptığı koşulara da takım çok alışmış. Bunu maç içerisinden çok defa denedi. Sonucunu da yaptığı asistle aldı. Marş okumaz, küfrü basıverir. Alman mayası ile yoğurulan Türk hamuru o.

Bu gece hakikaten de Almanya bize "Oh be" dedirtti. Komplo teorim odur ki Ballack oynasaydı belki bu kadar hızlı ve yüksek yüzdeli pas oranı ile oynayamayabilirlerdi. Tabi yıldız Ballack olacaktı ve Özil'de geri planda kalacaktı. Sevinmiyorum Ballack yok diye ama Almanlar bu oyunu oynayacaksa, varsın olmasın. Özellikle Klose-Podolski-Müller-Özil uyumu turnuvaya damga vurabilir. En azından bu gece ki verkaçları, geceye damga vurdu denebilir.

3.gün geride kalırken, tarihte ilk defa, oynanan üç maçta da kırmızı kart gösterildi. Ancak Cahill'e gerçekten de yazık oldu. Turnuva öncesi yıldızı parlayacak oyuncular arasında gösterilen oyuncu, talihsiz bir kartla hayal kırıklıkları arasına girecek sanırsam. Meksikalı hakemin hatırlanmak istemesinin kurbanı oldu da denedebilir. Avustralya'nın macerası galiba çok kısa sürecek.