taraftar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
taraftar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Taraftar Dediğin!


Futbol, tüm dünyanın konuştuğu - İngilizce’den bile çok-evrensel bir dil. Her ne kadar ana unsur sahada oynanan oyun olsa da taraftarın etkisi yadsınamaz. Ateşli bir taraftar topluluğu futbolcuyu daha etkili oynamaya iter, futbolcu yüreğini ortaya koydukça taraftarın coşkusu artar. Bu anda da spikerlerin “karnaval” benzetmesi can bulur. İşte bu yazıda, ben de kendimce, bu karnaval ortamını yaratan taraftarlık unsurundan bahsedeceğim.

Bilgin Gökberk’in televizyon programını vakit buldukça izlerim. Programların birinde aslında en rahat kişilerin taraftarlar olduğunu söylemişti. Çünkü taraftar, yöneticilerin kararlarını onaylamak zorunda değil. Bu anlamda sorumluluk sahibi değiller. Onlar tabiri caizse renklere aşık ve o veya bu nedenden dolayı çekip gitmezler ya da takım değiştirmezler. Tribünde oturup maçlarını izlerler. Diğer bir kısım ise taraftarın kulübün kararlarında etkili olması gerektiğini söyler. Yönetici ve hatta oyuncu seçimlerinde temsilciler üzerinden de olsa bir söz söyleme hakkına sahip olduklarını çünkü takımın gerçek sahiplerinin taraftar olduğunu söylemekteler. Her iki görüş de kendi açısından haklılık payına sahip elbette. Ben de kendi deneyimlerime göre taraftarlık konusundaki görüşlerimi açıklayacağım.

Yaklaşık bir buçuk sene Manchester’da yaşamış birisi olarak konuya oradaki deneyimlerimden gireceğim.İngiltere bu konuda çok farklı bir konuma sahip benim gözümde. Her ne kadar Çin de bulunduğu ortaya çıksa da yıllarca futbolun İngiltere’de doğduğunu söylediler bize. Bu anlamda futbol kültürü çok farklı olan bir yer. Öte yandan endüstriyel futbolun da had safhada yaşandığı bir yer. Bağlamak istediğim noktayı anlamışsınızdır. Endüstriyel futbol’un taraftarı “müşteri” olarak görme davranışına karşı tribündeki amatör ruh!

İngiltere aslında bu konuda çok enteresan bir noktada. 2000 yılında yapılan akademik bir çalışmada taraftarlar segmentlere ayrılmış. Gelir,eğitim,yaş vb etmenler göz önüne alındığında 5 farklı taraftar davranışı olduğu gözlenmiş. Bunlar da;

• Takıma sadık olmayıp kaliteli bir oyun izlemeyi tercih edenler
• Eğlenceli vakit geçirip,sahada başabaş bir oyun izlemek isteyenler
• Takımına tutkuyla bağlı olup, kazanç veya kazanma durumuna göre ruh hali değişenler
• Kazanana göre takım değiştirenler
• Takıma bağlı olsa da maçları çok fazla takip etmeyenler

Aslında bu akademik ayrım bize bir çok şeyi açıklıyor. Sanırım bu yazıyı okuyanlarda kendilerini bu maddelerden birine ait göreceklerdir.

Akademik yaklaşımın dışına çıkıp biraz da kendi gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Mesela ben onca zaman Manchester’da kalmış biri olarak bir kez dahi Old Trafford’a gitmedim. Sonradan çok pişman olsam da içinde bulunduğum ortamdaki insanların bir çoğu Manchester United’dan nefret ediyordu. Dolayısıyla benim de böyle bir talebim olmadı. Manchester City kombinesine sahiptim. Ama benim için asıl önemli olan kaldığım semtin takımı olan Stockport County idi. Legue 2 de oynamasında rağmen her maç 3-4 bin taraftarı vardı. Takım iyi gittikçe bu rakamın 8 binlere çıktığına şahit oldum. Bu seviyedeki bir ligi ülkemizde, sanırım futbolcuların ailesinden başka kimse izlemez. Ve yine bahsetmem gerekir ki takımın sloganı, babamın taktığı atkı, -The scarf my father wore- bana çok etkileyici gelmişti. Bu takımın taraftarı olmak babadan oğula geçen bir gelenekti. Üstelik Manchester United gibi bir dünya devi ile Manchester City gibi zamanın efsanesinin olduğu bir kentte! İnsanlar hem kendilerine hem çocuklarına kombine almışlar. Maç günü dergisine verdikleri paraya acımıyorlar. Çünkü bunu hem maçtan bir anı olarak çocuklarına alıyorlar hem de kulübe küçük de olsa katkı sağlamanın mutluluğunu yaşıyorlar. Maçtan evvel nsanlar totem yapıyor. Bir arkadaşım sürekli aynı yemeği alıyordu mesela. Yine belirtmeliyim ki maçtan öne bir pub da toplanılıp biralar içilirdi. Ve bir çok kez maçın başlama vuruşunu kaçırdığımıza şahit oldum. Aslında oynanan futbol bir çok maçta vasat idi ama yine de o taraftar oradaydı. Maçın ardından yine puba gidilir ve kritik yapılır diğer maçların sonuçlarına bakılır. Haftaya deplasmana gidenler belirlenirdi. Aslında futbol takımı sosyalleşme ortamı yaratan bir olgu olarak ortaya çıkıyor. Benim için de aslında futbolu önemli kılan nokta bu. Dedim ya Manchster City kombinesine sahiptim ama birçok defa çakışan maçlarda Stockport County’i tercih ettim. Bu kulübü önemli kılan bir başka nokta da sahibinin gerçek anlamda taraftarlar olması. Kurdukları dernek aracılığıyla –Stockport Supporters Trust- kulübün hisseleri taraftarların elinde. Kulübün sahibi olan kişi takımı bırakınca taraftarlar böyle bir yol izlemişler. 8-10 bin kişinin birleşimi bu seviyedeki bir takım için yeterli maddi gücü- en azından bir süre için- oluşturabiliyor. Sonra da geniş bir katılım ile yönetim kurulu seçiliyor. Aklıma Beşiktaş taraftarı ile Demirören yönetimi gelmiyor değil!

Tabi İngiltere’de bu noktalara gelinene kadar ne çeşit şiddet olayları olduğunu da biliyoruz. Green Street Elite i ya da Football Factory’i izlemeyen yoktur sanırım.

Öte yandan baktığımızda, istisnalar olsa da bir takımı tutanlar arasındaki kişilik benzerliklerini görmek de mümkün. Galatasaraylıların aristokrat duruşu, Fenerbahçelilerin kibiri ya da Beşiktaşlıların isyankarlığı. Bu da bizi yine futbol takımlarının sağladığı sosyal ortama götürüyor.

Sanırım futbolu bu kadar popüler yapan da -sahadaki estetik güzelliği bir kenara bırakırsak- taraftarlık olgusunun hayatlara kattığı keyiftir. Sonuç oalrak taraftar dediğimiz de insan ve taraftarlık da karaktere göre değişim gösteren bir olgu. Taraftarı olduğunuz takımın hayatınızı güzelleştirmesi dileğiyle..

8 Nisan 2010 Perşembe

Takım tutmak...














Ya da başka bir deyişle bir takımın taraftarı olmak... Peki, nedir takım tutmak? Bunun bir okulu, kursu, semineri olmadan kazanılan bir duygu gibidir bence.. Haa, eğer kursları da olsa fena mı olurdu? Aslında hiç de kötü olmazdı.. Buna benzer şeyler yapmaya çalışan kulüpler oldu ancak gerçekten başarabilen olduysa da ben bilmiyorum.. Bilenler varsa da aydınlatırlarsa çok mutlu olurum.

Dünyaya -erkekler için- erkek bir bebek olarak geldik dünyaya.. Tabi ki bunu ben de hatırlamıyorum:)) p.s. - Doğduğu anı hatırlayan varsa eğer bu konuda aydınlatmasın lütfen, korkabilirim :) Kendi jenerasyonum açısından konuşursak, çocuk yaşta tanıştık hepimiz topla.. Sokakta, ağaçlardan yaratılmış kale direkleri, ya da taşlarla belirginleştirilmiş direkler, taşların üstünden geçen toplar hiç bir zaman direkten geri gelmemişti malesef o zamanlarda.. Bir taraftan da evde maç izleyen bir baba, amca, büyük, tabi o zamanlar TRT veriyordu maçları, daha Star Tv nin açılmamış olduğu yıllardan bahsediyorum.. Enteresan bir hava hakim olurdu evin içine, gergin bir ortam, "Atom Karıncalar, Sarı Fırtınalar, Takozlar,vs.." hep onlar gibi olmak istemiştim nedense.. Bir de Metin-Ali-Feyyaz ama üçü birden.. Ben henüz 6 yaşındaydım ve 103 tane gol atan efsane bir takım vardı her an televizyonlarda.. Çoğu arkadaşım da buna kanmış, tarafını belli etmeye, taraftarlık yolunu çizmeye başlamıştı.. Ben çoktan çizmiştim zaten, 500 gol de atılsa bu değişmeyecekti, bunu ben de biliyordum ve iliklerime değin bunu hissediyordum.. İşte böylesine bir çocukluk hissim, büyüyor da büyüyor, Gordon Milne i, ardından dansözlerle göbek atan Daum u, büyük santrafor Stefan Kuntz u, bir taraftan da havuz sistemini, Cine 5 i, Teleonu kanıksıyor; önüme taş kondukça daha da sarıyordu taraftarlık olgusu.. Bir dönem Intertoto finalinde Karlsruhe ye elenen, Baljiçli, Mususili, Ercümentli Bursaspor da; daha öncesinde Prekazinin attığı gol de futbola olan saygımı arttırıyor, böylece tuttuğum takıma beslediğim sevgi, diğerlerine oluşan saygıyla birleşip, taraftarlık yolumu çiziyordum..

Bu babadan oğula geçmiş bir taraftarlık öyküsü gibi gözükse de, ben eminim ki evde ne olursa olsun, benim çizgim yine bu yönde olacaktı.. Bir çoğumuzda olduğu gibi.. Önemli bir maçın oynanacağı günün sabahında uykudan hoş bir heyecanla uyanmanın keyfini başka ne verebilir ki!? Öte yandan taraftarı olduğunu idda ettikleri takımın maçını izlemeyip, gazeteden takip edenler, gazeteden takip bile etmeyenler, maçını izlemeye yeltenip uyuya kalanlar, maç anında maç izlemek dışında her şeyle uğraşanlar, vs., vs. gibi -taraftar- lar da var.. Bunların yanında, ne yaptığını bilmeden ortalığı her an bir savaş alanına çevirebilecek potansiyeli taşıyan ve her seferinde de taraftarlığın böyle yapılıyor olduğunu, takım tutmanın kavga etmek demek olduğunu zannedenler de var.. Maça gidip de tribünden izleyenlerden bahsetmiyorum ben, piyasada, evinde, kahvede, barda gördüğüm, tanıdığım, gözlemlediğim taraftarlardan bahsediyorum...














Bir de bence en kötüsü, futbolla alakası olsun olmasın, takım tutsun tutmasın, kendini bahis sektörüne kaptırmış, para kazanabilmek umuduyla, anlık, maçlık, haftalık takım tutanlar da var, nedense bana itici geliyorlar.. Belki de normaldir.. Ben hiç mi bahis oynamıyorum? Elbette oynuyorum, ancak şöyle de bir huyum var, Türkiyede 3 büyüklere zaten oynamam, diğer oynadığım yerli ve yabancı maçlarda da sempati duymadığım takımlara kazanacaklarını dahi bilsem oynamam.. Sonuçta bu keyiftir.. Maçı da izleyebileceksem şayet, o ligde seviyor olduğum takımı tercih etmeye çalışırım.. Mesela, evinde Birmingham City, Napoli, Benfica -kartal sembolü olması ayrı bir keyif- vs. gibi takımlara oynamayı tercih ederim, kaybetseler ve kaybettirseler bile...

Bir taraftar nasıl olmalı peki? Ben miyim yani örnek taraftar?? Tabi ki de bunu anlatmaya çalışmıyorum ben buradan.. Ancak, maç izlemekten keyif alan, desteklediği takımını en azından takip edenler belki bir şeyler çıkaracaklardır yazdıklarımdan.. Ya da "Asıl taraftar benim, ben bunu da, şunu da yapıyorum.. Falan filanlar bunu anlayamaz.." gibi düşüneceklerdir.. İşte o zamanda sevgili Maratın yazdıklarını, Kılcal Havuç gibi benzetmelerini okumalarını öneririm.. Oradan kesinlikle bir şeyler çıkaracaklardır...

5 Şubat 2010 Cuma

Taraftar Ligi


Bugün bir vesiliyle FC United’la ilgili birşey okudum. FC United hikayesini herkesin bildiğini varsayarak geçiyorum. Benzer şekilde Man City taraftarlarının kurduğu ve adını kurulduğu zaman Man City’nin evi olan Maine Road’dan alan bir taraftar takımı var. Her ikisi de yerel amatör liglerde başgöstermiş ve zaman zaman karşı karşıya gelip kıran kırana maçlr oynamışlar. Buradan yola çıkarak aklıma bir Taraftar Ligi organizasyonu geldi. Yazmadan önce araştırayım dedim ve sadece Meşale Kokusu blogunda benzer bir fikire rastladım. Düşünsenize Ultraslan İdman Yurdu, Antu Köy Hizmetleri ve Çarşıbirliği, Teksas Kovboyspor gibi takımlardan oluşan bir lig. Tam sahada Pazar Ligi. Evet katılıyorum muhtemelen bu organizasyon geleneksel hale gelinceye kadar birçok kavga çıkması muhtemel. Tribünde birbirine o küfürleri edenler sahada kemik sesleri çıkartır ama o belki tribün kültürü ve futbolcuyu anlama empatisi için faydalı da olur. Amatör liglere olan ilgi de artacaktır çünkü saydığımız takımlar otomatikman binlerce arkadaşlarını tribüne çekecektir. Kimbilir sahadakiler eş dost olunca da, o golün nasıl kaçtığından, hakemlerin ya da oyuncuların cinsel tercih merakından,sahadakilerin ailesindeki bayanların cinsel hayatlarını sorgulamaktan vazgeçeriz. Hatta bence bu lig Süper Lig’in bile tozunu atar. Ve o hep dillendirdiğimiz taraftar- kulüp bağının had safhada olmasını yaşarız. Taraftar olan herkesin kongre üyesi olduğu bir kulüp yapısı oluşur. Endüstriyel futbolu yıkacak anarşist bir hareket olur sanki!!

22 Ekim 2009 Perşembe

Call me Motherwell Football Club

20 yaşındaki Frazer Boyle,adını 9 yaşından beri tuttuğu takım olan Motherwell Football Club olarak değiştirmiş. Masraftan da kaçınmamış ehliyet ve pasaportunu da yenilemiş. Tamam futbol Adalılar için bir din gibi ama bazen abartıyorlar. Şimdi rakip takım taraftarlarının her küfüründe kulakların çınlayacak Mr Motherwell Football Club.