14 Kasım 2012 Çarşamba

Metin Kurt Diyalektiği

13 Kasım akşamı Devrimci Spor Emekçileri Sendikası'nın düzenlediği Metin Kurt anması etkinliğine katıldım. Türkiye’de spor sendikası denince akla gelen ilk isimlerden birisi şüphesi ki Metin Kurt. Uzun mücadelesinin sonunda sendika için gerekli temel oluşmuşken aramızdan ayrıldı. Onunla birlikte yola çıkanlar, aramızdan ayrılmasıyla Metin Kurt’un açtığı yoldan ilerleme konusunda daha bir kararlılıkla devam edip, sendikalaşma yolunda emin adımlarla ilerliyorlar.

İş dönüşü bir akşamı futbolla doldurmak için katıldığım etkinliğin bende böylesine etkileyici bir iz bırakacağını tahmin etmemiştim.

Etkinlik sendika temsilcisinin konuşmasının ardından ‘muhalif’ taraftar grubu temsilcileriyle devam etti. Galatasaray’ın Tek Yumruk grubu adına konuşan arkadaş, “Endüstriyel futbola karşı tribün kültürü lafı güzel duruyor  tamam ama altının doldurulması gerekiyor” diyerek ilk kıvılcımı yaktı. Fenerbahçeli Sol Açık taraftar grubu işin şiddet boyutunu eleştirirken, Beşiktaşlı Halkın Takımı grubu temsilcisi olaya biraz daha farklı yaklaştı. En samimi biçimde kendini ifade eden de bu arkadaştı sanırım. “Hangi solcu futbolsever takımına 20 milyon euro’luk bir yıldız alındığında mutlu olmaz ki?” diyerek başka bir soruyla önemli bir çelişkiye değindi. En önemli noktalardan biri de taraftarın futbolun bir parçası olmasına rağmen Spor Emekçisi olup olmadığı, taraftarın bu sendikalaşma meselesindeki rolünün belirsizliğiydi.

Sıra ana konuşmacılara geldiğinde herkes birşeyler söyledi ama en önemliler GSÜ öğretim görevlisi Mehmet Karlı ve Metin Kurt’un yakın dostu Veysel Ataman Hoca’nın söyledikleri idi. Mehmet Karlı, futbol gibi popüler kültür ürünü bir sporda örgütlenmenin sağlanmasının, toplumun geneline örnek olabilecek bir kalenin tutulması anlamına geleceğini belirtirken Veysel Ataman Metin Kurt’un hayat boyu yaşadığı bir çelişkiyi aktardı.

Veysel Hoca, Metin Kurt’un devrimci duruşundan bahsederken, Marksist anlama devrimci işçi sınıfının serbest zamanlarını kendilerini geliştirmek (reprodüksiyon) için kullanmaları gerektiği konusunda hemfikir olduklarını ancak seyirlik profesyonel futbolun buna engel olma noktasındaki rolünün Metin Kurt’u rahatsız ettiğinden bahsetti. Benim için en can alıcı nokta da bu idi. Özetle,egemenlerin futbolu halkı uyutmak için kullandığı bir ortamda,bir devrimcinin hayatını futboldan kazanıyor olması ne fena bir çelişkiydi! İşte Metin Kurt yalnızlığının Metin Kurt diyalektiğine dönüştüğü noktada sanırım tam da burası.

Metin Kurt senteze varamadan aramızdan ayrıldı belki ama ardında bıraktığı soruyla şüphesiz ki sporseverlere ve spor emekçilerine bir görev bıraktı.

Sonsöz de kendime, Eric Cantona için filozof deyip, insanları paralarını bankalardan çekmeye çeğırdığında ne kadar da devrimci diye konumlandırırken Metin Kurt’u bu kadar geç tanımak bir ayıp. Uzun süredir kitaplığımda duran ve bir türlü sıra gelmeyen Vecdi Çıracıoğlu nun Gladyatör - Futbol Arenalarında Bir İsyanın Hikayesi kitabını okumak için sabırsızlanıyorum..

Hiç yorum yok: