20 Kasım 2010 Cumartesi

İroni

Çok geriye değil, sezon öncesi transfer dönemine gidiyorum zihnimde. Galatasaray kaptanı Arda Turan'ın takımda kalıp kalmayacağı dedikoduları kol gezerken Türk piyasasında, Arda'nın gönlünde yatan aslanın Liverpool olduğu, gönül verdiği takım ile aynı rengin hakim oluşu ile de Arda'nın transfere göz kırptığı haberleri yayılıyordu. Fakat ne Liverpool nede şaibeli(!) Athletico Madrid ile transfer gerçekleşmedi ve Arda kulübünde hizmete devam etti.

Derken lig başladı, Rijkaard'la bir iyi bir kötü gidişat içerisinde tüm namlular Galatasaray'a doğrultulmuşken, Özcan Deniz'in popülariteyi yakaladığı yağız delikanlı halleriyle ekranlarda çığırdığı "Gidişim suskun oldu ama dönüşüm muhteşem olacak" sözünü vermişcesine ülkemize dönen Hiddink ile Euro 2012 elemeleri başladı. 3'te 3 parolasının Almanya ayağından önce, ligdeki performansını hiçe sayarak özel hayatıyla gündem Top 5'de bir numaraya ulaştırılan Arda sakatlanıyor, önce Almanya maçını ardından ligde uzun bir maratonu Pubis'e teslim edip, özel hayatıyla gündeme gelmekte üst sınırları buluyordu. Ligde zaten sendelemeye münasip olan takımı ise, O'nun yokluğunda tepetakla dibe batıyordu. İşte tam o sıralarda, gündemde bu sakatlık ve Galatasaray'ın sakatlıktan doğan zararı vardı.

Arda Galatasaray'ın çocuğu olarak doğmasada, doğduğun yer değil doyduğun yer düşüncesinin maneviyatla gösterilebilecek en güzel örneğiyle Galatasaray'ın çocuğu olmuştur. Tıpkı günler sonra benzer bir kaderle, benzer bir olaya maruz kalan Gerrard gibi. Gerrard reyiz, Merseyside'in 13.629 nufüslü şirin Whiston kasabasında gözlerini dünyaya açtıktan sonra, dünya görüşünü ve dünya gözünüde Liverpool'da açmış ve efsane olmuştur. Kim derdi ki, kendi kulüplerinde bu denli önemli olan iki adam, kaderin cilvesi ile bir arada olamasa da aynı cilve ile kader birliği yapacaktı. İngiltere'nin özel Fransa maçında sakatlanan Gerrard 6 hafta sahalardan uzak kalacağını öğrendiğim anda, aklımda beliren görüntü buydu işte.

Ardından bugün, ne kadar üzerine vazife bilemem ama, ülke olarak Tuncay'ı 3-5 dk. oynatıp çıkardığı için pekde hoşlanmadığımız Stoke City menajeri Tony Pulis bir açıklama yapmış. Milli maçlarda sakatlanan oyuncuların, sakatlık dönemlerinde ki ücretlerinin federasyon tarafından karşılanması gerektiğini söylemiş. Aslında dediğim gibi pek hoşlanmasak da kendisinden, bozuk saat misali doğru bir noktaya eğildiğini söyleyebiliriz. Ülke olarak, milli meseleler bizim için mahremdir. Bu yüzden Arda olayında böyle bir teklifle, cengaver bir teknik adamımız çıkmadı. Tabi bu çıkışın etikliğide tartışılabilir ancak en azından "Bugün sana, yarın bana" mantığı yürütmek olayı gereksiz saçmalıktan bir nebze kurtarabilir. Tüm bu mahremimiz içinde çıkıpta bu teklifin yapılması dahi ayrı bir olayken, bu teklifin uygulanması sanırım işin en zor kısmı. Zaten bu mahremiyet Almanya maçında fazlasıyla dile getirildi. Bu açıdan endüstriyel futbol denilen, son örneğini Blackburn ile dünyaya tanıtan İngiltere'de bu düşünce uygulanabilirliği ne kadar fazla gibi düşünsek de ülkemiz için bir o kadarda zor.

Hep kaderden bahsettik, kader bu ya Arda sene başında Liverpool'a gitseydi, aynı şekilde sakatlansaydı, ardından bu Gerrard olayı süregelseydi, İngiltere'de kopabilecek fırtınaları bir hayal edin. Hodgson Reyiz'in sıkıntılı Liverpool'u, Reyizin gelişiyle 89-90 sezonunda Daglish reyizle alınan son şampiyonluğu tekrarlama parolası ile lige başlamış olsa da, işler yolunda gitmedi ve Liverpool aynı Galatasaray gibi tarihinin en kötü sezonlarından birini geçiriyor. Evet aynı Galatasaray gibi. Ne ironi değil mi? Gerrard&Arda, Liverpool&Galatasaray, Rijkaard&Hodgson...

Hiç yorum yok: